Her şey elimizde
Kim, bilmiyorum…
Ama birileri gene televizyonda bir şeyler söyleyip milletin kafasını karıştırmış…
Beni bulup, sesini ileten her kişinin, aslında meydanda olmayan çok kişi demek olduğuna inanıyorum. Ve bu düşünceyle, bir kafadaki karışıklığı çözdüğünü duyduğum yazılı cevabımı “meydanda olmayanlara da” açıyorum.
İnandıklarım da elbette bunlardır…
Fay hattı tam altından geçmese de, İstanbul deprem kuşağında. Bunu değiştirme şansın yok… Yani, her sarsıntıyı duyacaksın.
Ama İstanbul, Adapazarı gibi “enayi” bir çamurun üzerine de kurulu değil…
Yapılması gereken kendi evinde elinden geldiğince tedbir almak…
Peki, depremden kurtulanlar ölmezliğe mi kavuşuyor?.. Hayır.
“Hayır”sa, “o zaman”a da tedbir almak gerekiyor, değil mi?
Aynen, sağlam veya çürük binalar gibi!
Ölüm herkes için…
Ölüme (ölüm anına) dünyada bildiğimiz vakitlerle veya gördüğümüz gözlerle bakma. Olumlu ve derin düşün..
Felaketler, bazen nimet olabiliyor bazılarına. Bazılarına da refah içinde olmak, musibet görmemek asıl felaket oluyor!..
Anlatabiliyorum, değil mi?
Depremin bir realitesi var. Bilim, işte “bunu” söylemeye çalışıyor habire; doğru veya yanılgılarla…
Ama ölümün de bir realitesi var!..
Bilim diyor ki; “Arkadaş, ağaçları bile ortadan ikiye bölen bu fay çizgisinin üzerine evini koyarsan yıı-kıı-lııır…” Türkçe mi?.. Türkçe!
Peki hiç deprem hissetmemiş olan Konya ovasındaki bazı bölgelerde yedibin yaşında insan duydun mu?..
Bu da Türkçe mi?
İyi!..
“Nerde” ve “nasıl”dan önce, asıl;
“Sonunda ölecek miyim?..” diye sor kendine, ve sevin…
Çünkü “biliyorsun…”
Ve “hazırlanma şansı” verilmiş sana. Aynen bir sınava, bir radyo programına hazırlanmak gibi.
Her şey kendi elimizde “sevgili”m…
Cehenneme gitmek bile!
——————————————————–
Osmanlı’nın 700. yılına…
Kuruluş yıllarında Osman Gazi’nin yakın arkadaşlarından olan ve Sakarya-İzmit bölgesinin fethine memur edilip bunu başaran… 1326’da vefat edip Kandıra’da bir tepe üstüne defnedilen ve adını yaşatmak için bu bölgeye “Kocaeli” denen Akça Koca Bey büyük bir kahramandı.
Oğlu Hacı İlyas ve torunu Gebze Kadısı Fazlullah da devlete büyük hizmetlerde bulunmuşlardı.
II. Murad tahta çıktığında Fazlullah Efendi sultana vezir olmuştu.
Bir gün ikisi görüşürlerken Sultan Murad;
“- Mekke, Medine ve Kudüs fakirlerine helal maldan sadaka göndermek istiyorum” dedi.
Fazlullah Paşa:
“- Devletlü sultanım, dedi. Padişahlara hazine gerektir. Müsaade edilirse hazine cem edeyim…”
“- Nasıl ve nireden hazine cem edebilirsin?”
“- Bu vilâyetin halkında mübalağa ile mal vardır. Padişahlara gâh gâh (zaman zaman) bir suret kurup almak caizdir..” demesi üzerine, Sultan Murad kükredi:
“- Hey Fazlullah, bu söz ne sözdür?.. Bu rey ne reydir ki, söyler ve teklif edersiz?..
Bizim vilayetimizde üç lokma-i helal vardır, gayrı vilayette yoktur;
Biri madenler…
Biri kafirden alınan haraç…
Ve biri dahi gazadan hasıl olan maldır.
Ve hem bu bizim leşkerimiz gaziler leşkeridir, imdi bunlara helal lokma gerektir… Şol padişah ki, leşkerine haram lokma yedirir, ol leşker haramî olur…
Haramînin işe sebatı olmaz.
Bir küçük mukavemet gördükte firara kadem basar…
Bundan sonra netice-i halün ne olacağı malum olur…” Dedi ve dedesiyle babası da devlet kademelerinde görev almış olan Fazlullah Paşa’yı vazifesinden azletti.
——————————————————-
Sevgiye bakar mısınız?
Pek çok kişi burçları ezbere bilir… Ben Akrep’im.
Akrep deyince de pek çok kişinin tüyleri dimdik olur.
Ben, belki de burcumun simgesi olduğundan, rastladıkça en azından özelliklerini okuyacak kadar sempati duyarım akrebe. Ve çok enteresan bilgiler bulurum;
“Akreplerin ve bazı örümceklerin yavrularını sırtlarında taşıdıkları… Akreplerin 60 civarında yavru doğurduklarını… Yeni doğan yavruların ayaklarının vantuzlu olduğu ve bu vantuzlu ayaklarla annelerinin sırtına yapıştıkları” gibi…
“Çiftleşme sonrasında dişi akrebin erkeğini yediği” gibi… Sonra;
“Üç hafta süreyle bir buz kalıbında dondurulan akrep, buz ertildiğinde hiçbir şey olmamışcasına yürüyüp normal hayatına devam ettiği…
Bir sene boyunca açlığa ve susuzluğa dayanabildikleri… Kopan organlarının yeniden meydana geldiği… Radyasyon ışınlarına aşırı derecede tahammül edebildikleri…
Görmekten çok, dokunma ve duyu organı olan bir çift taraklarını hassas bir radar gibi kullandıkları ve avlarının titreşimlerini hissederek yerlerini tesbit ettikleri” gibi…
Anormal… Yani normal dışı.
Radyasyona, bir yıl açlığa, üç hafta buzda kalmaya dayanabilen… Erkeğini bile yiyen bir zehir makinası; altmış yavrusunu birden sırtında gezdiriyor!..
Sevgiye bakar mısınız?
Az sonra öleceğini bile bile, neslini devam ettirebilmek için, doğacak yavruları için “baba” akrebin yaptığı fedakarlığa bakar mısınız?
Ve, yeryüzündeki hemen her yaratığın düşman olduğu bu hayvanlara ihsan edilen mukavemete bakar mısınız?..
Onları bile kuşatan sevgiye bakar mısınız?..
Nizam, muhteşem bir intizam içinde…
Ve bu ihtişam mantığa pes dedirtiyor!
——————————————————–
* Bir topluluğun en üstünü, o topluluğa hizmet edenidir.
(Hadis-i şerif)
* Misafire en iyi ikram, güleryüz ve tatlı dildir.
(Evzâî)
* Nimetlerin en iyisi, çalışarak kazanılandır.
(Ebûl-Hasan Harkânî)
Stop
Muammer Erkul
15 Ekim 1999 Cuma