Pembe Panter, Alf filan vardı bilirsiniz; arabaların veya dükkanların camlarına yapıştırılırlardı…
İşte biz de bir zamanlar aynen öyle Pembe Panter veya Alf’ler gibi; (önümüzde olmayan camlara) yapışıp kalırdık sanki, evleneceğimiz kızı gördüğümüzde… Bazen ağzımız açık kalırdık boşluğa yapışmış olarak; bazen kafamız yamuk kalırdık boşluğa yapışmış olarak; bazen kolumuz bacağımız kıvrık kalırdık öylece, boşluğa yapışmış olarak!..
Alf gibi ilginç bir şekil veya Pembe Panter gibi bir acaip renk almamız da uzun sürmezdi hani. Ama onlar en azından yapıştıkları camın ardındaydılar, biz?.. Bizse olmayan bir satha sanki yapışıktık, mıknatıslanmış olarak!..
Mıknatıslanmayı çook daha önce öğretmişlerdi bize; toplu iğnelerin ve küçük metal parçalarınının böyle hiç dokunmadan kağıdın üzerinde nasıl olup da gezinebildiklerini sorduktan sonra…
Sonra biz de denemiştik, mıknatısı kağıdın altında gezdirerek ve kendimizi bilim adamı filan zannederek!..
Geçen gün akrabadan biri; "ineklerin, yuttukları tel veya çivilerin nasıl alındığını" bilip bilmediğimi sordu…
Düşündüm, ama mıknatısı ineğe sürterek karnındaki metalleri dışarı çıkartmak zor olurdu… Meğer, iki kişi ağzını iyice açıyormuş ve diğerleri kuvvetli bir mıknatısı hayvanın boğazından içeri sokuyor… Ucundan bağlı bu mıknatısla tel, çivi, teneke ne varsa içerdeki bütün metaller çekip çıkartılıyorlarmış…
Bunlar şundan hatırıma geliyor: Maçlar var ya, sabahın 09’unda televizyona yapışıyorum, kendime kanal ararken TGRT’ye takılıp kalıyorum… Osman Ünlü’nün anlattıklarından şunu anlıyorum ki;
"Cennet de Cehennem de sanki birer MIKNATIS… Ve insanlar, hayatları boyunca, kendi içerilerine doldurmayı tercih ettikleri şeyler yüzünden ikisinden birine yapışıp kalacaklar!.."
İnanılmaz bir örnek, değil mi?..
İşyerimize veya alışveriş merkezlerine girerken üstünde metal bulunanları bilip avaz avaz bağırmıyor mu kapılar, ötmüyor mu ziller?.. Vücudumuzdaki yağları (günahlar gibi) çeken başka bir sistem olsaydı, yapışıp kalmaz mıyız bu dar geçitlerde?..
Yağ deyince de yaz yaklaştıkça fazlalıklarını eritmeye çalışanları hatırladım şimdi. Ve (zamanını söylemeyeceğim) o günü hatırladım…
Deniz, güneş ve kum, sabahları en güzel olur… Ben mi? Yarı Alf yarı Pembe Panter biçiminde o iki muhteşem yaratığa doğru yapışmıştım boşluğa!.. O sıra saate bakmışlar (dokuza beş vardı), sonra havlularını bellerine dolayıp aceleyle toplanmışlardı… Fazla gürültü olmadığından yanımdan geçerlerken "Osman Hoca’yı izlemekten bahsettiklerini" işitmiştim…
Lafa bakın şimdi, nerden nerelere atlıyor… Laf ordan oraya atlayadursun ben de çok takdir ediyorum Osman Hoca’yı… Bazı çirkin adamlar gibi özellikle de dini konularda "ben, bence, bana göre" deyip durmuyor…
Öğrendiği kaynağı da söyleyip AKTARIYOR sadece…
Fakat bu sabah söylediği "mıknatıs" hadisesi çok ilginçti, çok… Ben günlerce düşünürüm şimdi bunun üstünde!..
Stop
Muammer Erkul
12 Haziran 2002 Çarşamba