(Üzerinden epey zaman geçtiği için, size yaşanmış bir hikâye anlatayım…)
O gün akşam üzeri buluştuk, yemeği beraber yedik, evine gittik ve gecenin geç saatlerine kadar konuştuk.
Bazen insanların canının acıdığını bilirsin, görürsün ama bir türlü sana söylemezler, anlayamazsın canlarını acıtan “esas” noktayı.
Onlar anlatmak için kıvranırlar, sen kıvranırsın anlamak için… Konuşursunuz uzun uzun. Ama bir türlü patlamaz “iltihabı” tutan deri, bir türlü boşalmaz cerahat!..
O anlatıyor olduğunu düşünür, ama sen anlamıyorsundur… Sen anladığını düşünürsün ama o anlatamıyordur!
İşte böyle bir gecenin sıkıntılı sabahıydı. Beraber çıktık onun evinden, güneş yeni doğmuştu. Yolda konuşarak yürürken (sanki önceki konuştuklarımızla bağlantılıymış gibi)
Uzun uzun düşünüp bir süre önce intiharın eşiğinden nasıl döndüğünü anlattı. Karar vermiş olarak, yapayalnız, elinde silahı, kendi arabasıyla ıssız bir uçurumun kenarında iken düşündüklerini, o anki halet-i ruhiyesini ve sonra da neden vazgeçtiğini anlattı…
Fakat haliyle konuşma, bana gece boyunca anlatmış olduğu “diğer” sebepler üzerinde yoğunlaşıp noktalandı. Zaten anlattığı hadisenin üzerinden de bir iki ay geçmişti.
Epey zaman sonra, bana başka yerde ve başka şekilde anlattığı bir hikâyenin ardından, bu arada duymuş olduğum diğer konuşmalarımızdaki konularla da bağlantı kurduğumda anladım ki, herşey bambaşkaydı…
Ve işte anlatacağım bu sebepten dolayı bir arkadaşım, henüz yirmialtı yaşında ve üstelik kendisinin katili olarak neredeyse bu dünyadan silinip gidecekti!..
Onun güzel bir işi var… Bir arabası var… Zevkine göre döşediği evinde yaşıyor…
Ve bir gün; reklamını gördüğü özel sağlık merkezinde tepeden tırnağa muayene olmaya karar veriyor…
Uzun yıllardır ağzına içki koymamış, sigarayla tanışmamış, gıdasına dikkat eden, spor yapan, çay ve kahveye düşkün olmayan, üstelik gezip görmeye meraklı ve düzenli de uyuyan bu gencecik arkadaşıma doktor soruyor sonunda, buz gibi bir sesle:
“Yanında ailenden birisi, bir akraban, arkadaşın, tanıdığın var mı?”
“Hayır yok, diyor bizimki. Yapayalnız yaşıyorum. Ne söyleyeceksen bana söyleyeceksin.”
“Beynin bitmiş, diyor doktor.
Karaciğer tükenmiş, böbreklerin biri çalışmıyor, diğeri iflas etmek üzere…”
“!..”
“En fazla üç ay yaşarsın, Şimdiden vedalarına başla!..”
Şimdi bunlar söylenir mi? Söylenirse “böyle” söylenir mi? Bunları duymak mı, yoksa kurşunla vurulmak mı zor?..
Hastane görevlileri doktoru zor almışlar çocuğun elinden. Ardından polisler yetişmiş…
Fakat haliyle bu hadisenin, kendi içindeki yankıları, çalkantıları küçük olmamış. Gün sayarken işleriyle ilgilenememiş, içinde taşıdıklarını kimseyle paylaşamamış, kafasında kurmuş, kurmuş, kurmuş…
Sonunda neredeyse intiharın eşiğine gelmiş.
Benimle ilk konuştuğu gece zaten bu olayın yaşanmasından dört-beş ay sonraymış… Ben işin aslını da iki üç ay sonra öğrendim. Onun da üzerinden neredeyse yıl geçti…
Arkadaşım yeniden kendini toparladı, işlerini düzene soktu. Arabasını değiştirdi, nişanlandı ve bu sıralarda da yeni bir işyeri daha açmak için uğraşıyor. İyi mi?.. Elbette iyi. Ama şimdi hiçbir şartta doktora görünmeyi kabul etmiyor…
Durup dururken bu hikâyeyi neden anlattım bilen var mı?..
Hayır, durup dururken anlatmadım;
Başka başka konularda her gün birilerinin başına gelenlere örnek olsun diye anlattım. Veee, bazı ahmakların aptala döndürdüğü, üniversite sınavına girecek olan binlerce gencecik insanı uyandırmak için anlattım.
ARKADAŞLAR…
Sorularınız çalındığı zaman şaşırıp bir bocalama içine girdiğinizi biliyorum. Ama siz de biliyorsunuz ki bu “başaramamanın mazereti” olamaz. Öyle değil mi?
Hayır arkadaşlar… Hiç biriniz mahvolmadınız. Ve hiçbiriniz beyin travması falan geçirmediniz…
Kazanma şansınız (çoğalmış olarak) devam ediyor. Başaracaksınız…
Hem de, size; “Beynin bitmiş, ciğerin tükenmiş, böbreğin iflas etmiş” diyenleri utandırmak için başaracaksınız.
Hadi arkadaşlar… Elbette başaracaksınız!..
Siz başarmazsanız kim başaracak ki?..
Stop
Muammer Erkul
26 Mayıs 1999 Çarşamba