Olur şey değil!.. [16 Ağustos 1999 Pazartesi]

Olur şey değil!..

Ben çocukken pet şişeler yoktu…Sular paketlenmiş, sandıklanmış halde getirildiği büfelerde, bakkallarda satılmıyordu.
Hatta su satmak neredeyse ayıptı; susamış olana kana kana su ikram etmek bir onurdu, erdemdi, meziyetti.
O zamanlar suyun satılacağını, “sudan para” kazanılacağını söylemiş olsalardı insanlar çok gülerdi…

Ben çocukken hemen hemen her sokağın çeşmesi vardı.
Hem de şaldır şuldur akan çeşmeler… Hem de suları hiç kesilmeyen çeşmeler… Hem de suları biz gibi olan çeşmeler… Hem de suyu bedava içilen çeşmeler.
Yoo, yanlış okumadınız; suları akan, hem de ücretsiz olan, hem de suyu “içilen” çeşmeler!..
Ben çocukken çeşmelerden, musluklardan akan bütün sular içiliyordu.

Olur şey değildi gerçekten… Nasıl oluyordu bilmiyorum, ama oluyordu…
Ben çocukken pet şişeler yoktu, bakkallar “sudan para” kazanamıyordu, su satmak neredeyse ayıptı!..
Ve her çeşmenin, her musluğun suyu da içiliyordu!

Ben çocukken bizim mahallenin denizi maviydi…
Evden şortlarımızla çıkar, dibi görünen ve içinde balıklar parlayan suya atlardık… Acıkınca bir iki tane balık tutar, avucumuzda eve getirir, çatala takıp ocağın üzerinde kızartır, yer ve yeniden sahile giderdik.
Olur şey değildi gerçekten…
Nasıl oluyordu bilmiyorum, ama oluyordu işte. Ben çocukken sahildeki sandalların tamamının içinde birkaç küçük balık bulabiliyordu kediler…

Ben çocukken kediler de mikropsuzdu!..
Ne oldu şimdi bu kedilere, anlamıyorum, ama o zamanlar kediler bizimle beraber yaşar, yemeğimizden ister, yataklarımıza girerlerdi…
Hatta, hatırlıyorum; gardırobun içine gizlemiştik bir defasında kendine “yer” arayan kedimizi ve orda tam beş tane yavru doğurmasını sağlamıştık…
Çok mutlu olmuştuk annem durumu farkedinceye kadar… O çığlık atarken biz sokağa fırlamıştık.
Annem kedi evde olduğu için bağırmıyordu ama… Dolaptaki eşyalar “berbat” olduğu için bağırıyordu.
Anlamıyorum; şimdi bir kedinin eve girebilmesi için neden çocuklardan fazla aşılanması, her dakika tüylerinin kontrol edilmesi, çişini şu kaba, kakasını bu kaba yapmayı; yemeğini oradan yemeyi, suyunu buradan içmeyi… Hatta “batı klasiklerini” okumayı, Mozart dinlemeyi, opera ve bale izlemeyi öğrenmiş olması gerekiyor..
Anlamıyorum!
Olur şey değil hatta; ben çocukken kediler bunca “cahilliğine” rağmen nasıl oluyordu da evlerimize sorgusuz-sualsiz girebiliyorlardı?..

Ben çocukken kağıt mendiller de yoktu.
Bayramlarda elini öptüğümüz büyükler kızlara pembe, erkeklere mavi veya gri mendiller veriyorlardı. Durumlar iyi olduğu zamanlarda bu mendillerin içinde kağıt paralar da olurdu.
Anlamadığım bir şey vardı ama… O da; kızların burunları bizimkilerden daha küçük olmadığı halde, onlara verilen mendiller neden daha küçüktü?..
Olur şey değil, ama öyleydi…
Şimdiki çocuklar bezden mendil olabileceğini düşünemediği gibi, ben çocukken de kağıttan mendil olabileceğini düşünemezdik…

Bugün; kalkıp, tuvalete gitmek derdi bile olmayan bir bebekle karşılaştım. Hep bunları aklıma o Ahsen bebek getirdi.
Eğildim, konuştum onunla ve; “höbölöp-möbülüp” gibi abuk sesler çıkarınca, bana bakıp bakıp; “la havle” der gibi gülüp, başını çevirdi.
“İki aydır dünyadayım, senin kadar komiğini görmedim” diyordu galiba!..
Ben bütün çeşmelerin akmasını ve akan bütün suların içilmesini istiyorum…
Ben bütün denizlerin mavi olmasını, dibinin görünmesini… Bütün çocukların bu sulara girebilmesini ve balık tutabilmesini istiyorum…
Ben bütün çocukların bez mendillerinin ve kedilerinin olmasını…
Ve bütün kedilerin de “çocukları” olmasını istiyorum!..

Ben çok şey mi istiyorum be abi;
Temiz ve sessiz bir şehir… Mavi bir deniz… İçilen sular ve kediler istemek çok şey mi?..

——————————————————

Umudun gülleri
-Belki bir gül açar umuda.
-Umudun hep açıktır gülleri…
-Belki de.
-”Belki” dersen belki, “elbet” dersen elbette!..
Hiç işte
Bir kelebeğin çırpınışı gibi, özgürlüğe kavuşmuş bir kuş gibi, heyecanla dolu içim… Hep bir telaş, hep bir kargaşa; kimsenin anlamadığı ve benim kimseye anlatamadığım bir heyecan, bir telaş…

Kimi zaman bir kuş olmak istiyorum, özgürce uçmak için…
Kimi zaman bir kelebek olayım diyorum; daldan dala konmak için…
Kimi zaman, kimi zaman ben, ben olmaktan çıkmak istiyorum;
Hiç olayım, diyorum kendi kendime… Anlaşılmayan, koskocaman bir hiç!..
Hiç işte.
(Fidel-Yalova)

İki damla gözyaşı
Soğuk bir cuma gününün ıssız bir akşamıydı bende seni alıp götüren…
Tutunmak varken sendeki bana, ne kadar hazindi yüreğimdeki izin… Feryad ettim.
Yağmurlu gecelerin sabahlarına bağladım bana doğru son gülüşünü… Bir el salladım sana, buralardan. Kurutmaya çalışırken rüzgarlar dolmuş gözlerimi.
İki damla gözyaşı bıraktım sadece, gittiğin Cuma gününe.
(S. Kezban Çelik)

Yüreğinin yelkenleri
Üfledim rüzgarı, gönderdim sana. Dolsun diye yüreğinin yelkenleri… Yol alsın, gelsin diye buralara!
(Nurhan Taşçı)

Sevgi olsaydı
Para ve pul istemem
Mermi ve silah istemem
Savaş ve kan istemem
Sadece sevgi olsaydı.
(Fehim Eren)



Bir dünya istiyorum

Kuru dalda gül olan
Çöllerinde göl olan
Hüzüne yer olmayan
Bir dünya istiyorum.
(Bayram Görmüş.)

Nedensiz
Sessizce
Ellerin kayboldu ellerimden
Vedasız
Esti rüzgar
Rengi kayboldu anıların
Canlılığını yitirdi umutlar
Ayrılık başlamıştı
Nedensiz…
(Necla Barış)

2000’e 1 kala
Düne inat yakala, vur
mührünü şu çağa.
Gördün; nasıl da kaçtı bir
önceki yüzyıllar…
Dün, bugün, yarın derken
gene zaman daraldı,
Bitti tükendi günler,
2000’e 1 kaldı.
(Oğuz Dişli)

Stop
Muammer Erkul
16 Ağustos 1999 Pazartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir