Haritanızı açın. Üzerindeki Erzurum yazısına dokunun…
Parmağınızın altında kalan bölgeden, üç kardeş su çıkar. Bunlardan birisi Karasu’dur. Fırat’a karışarak güneye döner. Suriye ile Irak’ı sular. Basra Körfezi’ne dökülür…
İkinci su Aras’tır. Doğuya gider. Nahcivan, Ermenistan ve Azerbaycan’ı İran’dan ayırır. Hazar Denizi’ne dökülür…
Parmak izinizden çıkan üçüncü su ise; kuzeye yönelen Tortum çayı’dır… Yürür, o deli Çoruh olur. Düze iner inmez alır başını sınırı aşar. Gürcistan’a kaçıp Karadeniz’e dökülür…
Geçtiğimiz yazın en sıcak günleri… Asfaltın foşur foşur zift kaynadığı bir günde girmiştik şehre. Ağustosun 14’üydü ve Erzurum’da kim bilir ne zamandır, ilk defa dereceler 40’a dayanmıştı. Bizi Ses mağazalarından Sabit Yazıcı ağırladı. Yarım günde nereler gezilebilirse gezdirdi… Taşhan’daki Oltu taşı ustalardan tespih almamak olmazdı. Çifte Minareli Medrese’yi görmeden hiç olmazdı… Bir olmaz daha var, dedi Sabit gardaş…
-Buralarda acıkırsan; Emirşeyh köftesi yiyeceksin!
Yedik. Yerken sırrını sordum.
-Etin günlük kesilmesi ve tuz. Başka sırrı yok, dediler.
Sır, belki de köftenin “isminde” gizliydi. Anlatayım:
Bitişikteki caminin içindeyiz. Sol duvarda göze batmayan bir kapı var. Ardındaki merdiven aşağı gidiyor. Halı döşeli ikinci merdivenle yerin dibine doğru iniyoruz… İri kesme taşlarla örülmüş ve duvarları yükseldikçe ovalleşen büyük odada üç yatır… İlhanlı döneminde, 1256-1335 yıllarında yaşayan “Emirşeyh” ya da Abbasşeyh ismiyle tanınan bu zat tarafından, 14. yüzyılın başında, camiyle birlikte yaptırılmış…
Yatmak için dağdaki otelimize gidiyoruz.
Yıllardır kayak yapıldığını duyduğum meşhur Palandöken karsız! Otelin penceresi; kayakçıları dağa taşıyan, ama şimdi hareketsiz duran teleferik hattına bakıyorsa da biz odayı serinletmek için gece yarısına kadar klima çalıştırıyoruz…
Erzurum’u ilk gören şaşa kalır…
Öyle ya, rakımı yani denizden yüksekliği 1853 metre olan Erzurum şehrinin kurulduğu yer; her ufukta silinmiş dağlar arasında dümdüz ve geniş, göz alabildiği kadar bir ova… Çayırların içindeyse adım başı, iki karışlık ince derecikler süzülür, sığır-davar sulansın diye.
Sadece ülkemize değil, dünyanın yarısına yeter burada beslenen hayvanlar. Burayı görünce insan şaşıyor neden başka yerden et arayışına giriliyor, diye.
Göz görüyor; bu güzel ülke her konuda kendine yeter de artar. Yeter ki ehil ellerde olsun.
(Pazar günü konunun devamı var: Uçtu uçtu nehir uçtu!..)
Stop
Muammer Erkul
05 Ekim 2007 Cuma