Geçen sene keşfettiğimiz, ve sık sık gidip üzüm aldığımız bir bağ vardı… Üçyüzden fazla asma kökünden belki de on ayrı çeşit üzüm uzanıyordu önümüze; al beni, der gibi… Çavuş üzümü, kuş üzümü; ekşi üzüm, tatlı üzüm; siyah ve kokulu üzüm, sarı ve parlak üzüm…
Salkım saçak dalların arasından geçer, geniş yaprakların arasında, büyük tebessümleriyle gizlenen üzüm salkımlarından en beğendiklerimizi torbamıza doldurur, sonra da bağ evine gider, ordaki terazide üzümlerimizi kendimiz tartıp parasını öderdik bağcıya…
Bahar derinden derine solumaya başlarken, acaba üzüm bağı ne halde diye merak ettim; göresim geldi…
Aman Allah’ım!.. O ne?.. Daha koyu kırmızıya boyanmış bağ evinin yanına geldiğimde sızladı içim. Çünkü bağ perişandı!..
Geldiğime geleceğime pişman oldum…
-Hoş geldin, dedi bağcı…
-Ne yaptınız böyle, dedim ben…
-Ne oldu ki?.. Diye şaşırdı bağcı. Ben;
-Böyle cânım bir yer bu hale getirilir mi? Yazık değil mi bu yüzlerce ağaca?.. Bari üç beş tanesini bıraksaydınız da dalından üzüm koparabilseydi yine çocuklar…
Tebessüm eden bağcının peşinde yürüyordum şimdi… Kesilmiş üzüm ağaçlarının bulunduğu kısma kadar geldik. Yerde, dizlerimize kadar bir yükseklikten kesilmiş ağaçların kökleri vardı… Fakat dikkat ettiğim şu oldu ki; geçen sene de yaprakların arasından gördüğüm sağlam beton direkler, muntazam sıralar halinde kıpırdamadan duruyordu… Bir de, uzaktan farkedilemeyecek incelikte teller, her direkten bir diğerine bağlanıyor, ve de ayrıca bu köklere iniyordu…
Aydınlanmaya başlıyordu zihnim!..
Çöktü birinin başına bağcı, ben de çöktüm…
-Bak, dedi… Küçücük filizleri sanki okşar gibi, ama uçlarına dokunmadan… Bak, bunlar büyüyecek ve kendilerine uzatılan şu tellerden tırmanıp direklere sarılacak… Sonra da çoluk çocuk, insan hayvan bu dalların meyvelerinden yiyecek…
-Peki niye bu kadar kesiyorsunuz?..
-Budanmayan ağaç meyve vermez ki, dedi.
O günden sonra hep ağaçlarda gözüm…
Bahçelere bakıyorum, bağlara bakıyorum; artık niye bu kadar dallarını kesiyorlar ağaçların, niye çiçekleri perişan ediyorlar, diye kızmıyorum…
Hatta öyle ki;
Bir zamanlar çok sorguladığım zaman dilimine; yani kendi yaşadığım yıllara bile bakış açım değişti…
Kimse görmeden kalınlaştırmış olduğum dallarımın nasıl da acımasızca kesilmiş olduğuna… Çoğu zaman istemediğim yönlerimden, uzaktan farkedilemeyecek incelikteki tellerle bağlanmış olduğuma… Bazen fazla ışık, bazen yoğun su, bazen de kuvvetli gübre ile desteklendiğime kafamı takmıyor, kızmıyorum artık…
İyi ki o gün o bağa uğramışım…
Çünkü o günden beri bağcının o sözleri hiç aklımdan çıkmıyor…
Budanmayan ağaç meyve vermez ki, diyor…
Budanmayan ağaç meyve vermez ki!
Stop
Muammer Erkul
22 Mart 2002 Cuma