İstasyon hüzün kokuyor.
Hüzün; güzün kokuyor!..
Güz, sesin gibi titremede için için;
Ve istasyon “susmayan bir gevezelikle” hüznü okuyor!..
Dokun bana;
Gerçek olduğunu anlayayım.
Sarıl bana;
Gerçek olduğumu anlayayım…
Hani gözyaşın?
Hani gülüşünün son kıvrımında ışıldayan gözünün rengindeki damla?
Tebessümün mü ağlıyor;
Yoksa gülen, gözyaşların mı?..
Burnumu sildim; sis kaçmıştı gözüme!
Göz gözü görmez saatlerde neden gördün gözlerimi;
..kapatamadan?..
Susadım;
Sustuğu saatlerde saatin…
Susuşlarına!..
Susadım, çöllerde gibi.
Dudaklarım yağmur istiyor.
Hani gözyaşın? Hani gülüşünün son kıvrımında ışıldayan damla?
Dudaklarım yağmur istiyor.
Sükûnet bütün kavgaların galibi, sükûnet bütün gürültülere yorgan…
Sükûnet; gözünü gözüme göstermeyen sis…
Hani sessizlik?
“Sissizlik” kayıp diyarlardan neden bu kadar uzak?
Sesler neden gümüş grisi?
Bir kar topu gibi geçtim değil mi içinden?
Dondun mu?
Eridim mi?
Bir kar topu gibi geçmek istemiştim sadece, geçmek istemiştim içinden.
Bu kadar sıcak olman ölümüm olur ve erir kalırım içinde iki damla su gibi.
Sonra buhar olurum, sise karışırım…
Solursan, boğulursun!..
İstasyon, hüzün kokuyor…
Raylar, “kokusundan” buluyor istasyonumu ve dosdoğru gelip; duygularım gibi dolaşık gidiyor!
İstasyon…
İstasyon hüzün kokuyor!
Beni 1998 yılına götürdün be abi. Çanakale’den Kars’a tayinim çıkmıştı. Akıtamadığım gözyaşlarımı hala içimde tutuyorum. Çoooooooook duygulandım. Allah’a emanet ol, canım abim.
ALİ DUMAN