Şiir bazen kahve içer [08 Şubat 2000 Salı]

Şiir bazen kahve içer

Bütün hücrelerim şiirin karşısında oturmak ister… Ve şiirin bütün hücrelerinin de “karşısında oturmamı” istediğini bilirim.
Ama şiir, bir türlü gelip almaz ve kendi omuz çantasıymışım gibi koymaz beni masanın karşı ucuna!
Ben?..
Bense felçli gibi yürüyemem,
Lâl gibi söyleyemem,
Âmâ gibi bakamam…

Bakışları?..
Bana bakmadan…
Saçımın bir tek telini bile oynatmadan;
“Eser” bana doğru…
…..
“Korkudan” saçımın bir tek teli bile kıpırdayamaz!..
Ama içim?
Uçar, savrulur!
…..
Şiir?
Şiir bazen;
Karşımdaki masada oturur.

Garson yaklaşır yanına.
…..
Onun gözlerine nasıl bakar, onunla nasıl konuşur… Sipariş fişiyle kalemi onun karşısında nasıl bir arada tutabilir anlamam…
Garson ona ne “emrettiğini” sorar…
…..
Şiir…
Şiir bazen kahve ister.

O mu içer fincandaki kahveyi;
Yoksa fincan mı onun dudaklarını içer…
…..
Anlamam.
…..
Şiir…
Şiir bazen kahve içer.

Şiirin dudaklarına değen fincan, içindeki kahveyi soğutamaz!..
Şiir bir de kendini seyretmeye başlarsa yüzünde; kahve, savrulan buharlarını tutamaz!

Kelebek gibi konar parmakları fincanın beline;
Titrer bütün yapraklarım!..
…..
Sonra soluğunu duyarım…
Sonra dudaklarını.
Terler süzülür benden; ağzına doğru akarım!

Kokumuz karışır artık biribirine.
Ben şiire kokmaya başlarım; şiirse kahveye…
İki mısra, bir beyit gibidir dişleri; gezerim arasında…
Ve dolaşırım damağında,
Sonunda, dilinin üstüne uzanırım…
…..
Şiir, dudağında titreyen son damlamı yalarken…

Kayboluşlarım şiirin içinde olur işte;
Geçerim boğazının içinden ve en ulaşılmaz, en dokunulmazlarını bulurum.
Ben o olurum…
Ben şiir olurum artık;
Şiirin artık ben terleyeceğini bilirim!

Kimse bilmez şiirin kahve sevdiğini, ben bilirim… Kimse bilmez şiirin kahve içtiğini, ben bilirim.
Çünkü şiir tarafından ben içilirim!
…..
Kimse bilmez şiirin kahvenin tadını bildiğini, ben bilirim…
Ve kimse bilmez şiirin dilinin tadını;
Ben bilirim!
…..
Kimse bilmez:
Şiir bazen kahve ister…
Şiir bazen kahve içer.

Belli ki şiiri tanımaz bu garson; şiiri görmez, duymaz, koklamaz…
Yanına gelir, hesabı getirir.
Şiirse, sanki “benim bedelimi” bırakır tabağın içine!
…..
Ben ise, hâlâ felçli gibi yürüyemem,
Lâl gibi söyleyemem,
Âmâ gibi bakamam…

Şiirin bakışları; yine bana bakmadan… Saçımın bir tek telini bile oynatmadan eser bana doğru…
…..
Saçımın bir tek teli bile yine kıpırdayamaz korkudan!..
Ama içim?
Uçar, savrulur!
…..
Şiir?
Şiir bazen;
Karşımdaki masada oturur.

Şiir?
Şiir bazen kahve ister, kahve içer…
Ve kış ortasında açmış bir bahar dalı gibi kalkar ayağa, paltosunu giyer. Kaşkolunu atar boynuna ve elleriyle ensesinden saçlarını çıkartır, bana doğru savurur…
Şiir, sanki ben gibi masasının karşı ucunda oturan çantasını asar omuzuna…
…..
…Defolur gider!

——————————————————–

Aslında
( 17 Nisan …. )
Bir gün
Güneş te açar elbet
Kara gün kararır kalır değil ya
Şimdi hava soğuk
Kırağılar yağıyor avuçlarıma
Salkım saçak
Buz tutuyor kirpiklerim
Üşüyorum!..
Hani diyorum
Bir açsan gözlerini
Geçen günler geri gelir değil ya
Hiç değilse şubat olsan
Kırılıverse donduran soğuk
Cemreler düşüverse
Çözülüverse
Buz tutmuş kirpiklerim
Kazmam küreğim yok benim
Mart kapılarından, baktırmasan diyorum
Demem o ki aslında;
“Nisanın onyedisi” oluversen diyorum.
Şimdi hava soğuk
Ölü kuşlar düşüyor her sabah avuçlarıma
Gözlerimden inen dolu
Üşüyorum
Hani diyorum işte
Bir açsan gözlerini
Beyaz yangınlardan beni
Çekip alsan diyorum
Baharım ol açtırıver güneşimi
Kuşlarım yuva yapsın avuçlarıma
Beyaz yangınlarda üşütmesen diyorum
Telef oluyor kuşlarım
Ölüyorum!
Hani diyorum işte
Bir açsan gözlerini
Artık beni üşütmesen
Senin ellerin sıcak
Ellerimi eline alıversen diyorum.
Haydi
Baharım ol, açtır işte güneşimi
Yaşamak arzusu dolsun avuçlarıma
Cemre olup kanıma iniversen diyorum
Demem o ki aslında
Nisanın onyedisi oluversen diyorum.
Sultan Yürük

Yola çıktım tabutta
( Teröre kurban verdiğimiz kahraman Mehmetçiklere…)
Saç, baş ve kep tetikte,
Kurt, kuş, akrep tetikte,
Parmağım hep tetikte,
Bekliyorum hudutta…
Eşkıyâyla savaşta
Mehmetçikler en başta;
Muş’ta, yarın Maraş’ta,
Ertesi gün Harput’ta…
Verilir çetin sınav,
Emir çakmaktır, biz kav;
Çekiyoruz bak şınav,
Kulağımız komutta…
Kar yağıyor dağlara,
Kurt iniyor bağlara,
Üşüyorum bir ara,
Büründüğüm kaputta…
Hûri gördüm düşümde,
Yâri gördüm düşümde,
Onu son görüşümde,
Bir kelebekti dutta…
Göz yaşların ne berrak
Anne, ağlamayarak
Fotoğraflarıma bak,
Verdiğin sözü tut ta…
Senden önce kucaklar
Oğlunu bu topraklar,
Yakın olur ıraklar,
O dördüncü buutta…
Bilmesin, ayıran ne
Bizi kahpe zamâne!
Yarın ordayım anne,
Yola çıktım tabutta…
Mehmet Şensöz (1991) / Bursa

Çölde serap kurudu
Yeniden başlarken her sabah sensiz,
Şehirden bir kervan geçmez sanırım.
Söylediğim türkü, şarkı ahenksiz,
Sağırlar sesimden kaçmaz sanırım.
İnler-cinler, hep ruhumda curcuna,
İpekten umudu tutmuş, giderim.
Gülücük koyarsın, bir sen avcuma,
Sanırsın dilimi yutmuş giderim.
Merhem olur sesin tüm bedenime,
Yüzüme her rüzgâr aşinâ gelir…
Saçından salıncak yapıp kendime,
Uçarım… salıncak, peşine gelir…
Tüm dünya bir ada, sen adada su,
Çölde serap kurudu benim için…
Denizde, havada ve karada su,
Çölde serap kurudu benim için…
İlhan Palalı

Stop
Muammer Erkul
08 Şubat 2000 Salı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir