Tarihsiz…
Bildiğim bu kadardı… Zaten bunları sana, günün birinde başkasından duyma, diye anlatmıştım.
Sakın bu konuyu tekrar sorma… İlgilenmediğim şeyler anlatıp, onlar hakkında beni hesaba çekmeye çalışıp, sonra cevaplarımdan dolayı küsüp, kendinin de benim de günlerimi zehir etme. Çünkü bunlar kafamda kaldıkça diyorum ki kendime: Bütün nazı bana!..
Geçen gün “O insanların her hâli sana zarar. Bunu biliyorsun da neden hâlâ ilgileniyorsun, çıkar onları hayatından!..” Dedim. İşte bunun için günlerin ve günlerim zehir oldu, bize yazık değil mi?
Ey Nazdârım;
Acaba benim kadar bunaldığın hiç oldu mu?.. Tartışmak için değil, onların “kumaşını” bildiğim için yaklaşmamanı istiyorum… Evet, her sözümü yapıyorsun; ama önce direndikten sonra, zaman geçtikten, ikimiz de tükendikten sonra!.. Ben işte bunları yaşamayalım diye konuşuyorum. “Şunlara dokunma ki pis kokmasın elin” diyorum! O gün de konu buydu. Çünkü yine kulağını, gözünü, zihnini kokutmuştun onlara sürünerek ve kelimelerimiz onların pis kokularıyla dolmuş, sohbetimiz kirlenmişti!
Bana, örnek verdiğim insanlar gibi davranmamı söylüyor, benden evliya sabrı bekliyorsun… İyi de ben kimim? Ben ki, kendim bile kendimin; deniz, yosun, balık, tütün, nem ve küf kokusuna bulanmış bir kayıkçı olduğumu biliyorum ve seni, şu akan çamurlu deryanın karşısına geçirmek istiyorum sadece! Yoksa köleden efendi tavrı, kürekçiden kaptan olgunluğu mu bekliyorsun?
Yorgunum. Dün geceden uykusuzum; sabahın 03’ünde yatmış ve üç buçuk saat sonra kalkmıştım. Bu sabah da yine erken kalkıp hastaneye uğrayacağımdan yatmak istiyorum.
Dualarımdasın ve dua bekliyorum. Hayırlı geceler…
Geri gönderiyorum. Fakat şu bana yazdıklarını, okuma; seyret… Kendi mektubunu sadece SEYRET… İşte bu mektup, kelime olarak değilse de “görüntü olarak” birkaç gün zihnimde gezecek; yazık değil mi bana?
Senin için açtığımda posta kutumu; bana senin adresinden, senin isminden, ara sıra da olsa güzel satırlar gelse ya… “Ben iyiyim” desen, sevinsem, sonra ben de sana güzel bir şeyler söylesem ve sen daha da iyi olsan ya…
Suçlamak değil bunlar; anlatmaya çalışıyorum: Senin kendi sıkıntıların bir yana, bir de başka erkeklerin, kadınların isimlerini, işlerini, sözlerini duymak istemiyorum… Ne yaparlarsa yapsınlar, bize ne! Tibet’teki bir adam yahut Şili’deki bir kadın kadar uzak olsunlar sana da, bana da…
Şimdi ben kızıyor muyum sana?.. Kızdığımı düşünüyorsan, evet kızıyorum; ama şefkat gösterdiğimi, sevdiğimi düşünüyorsan, evet aynen öyle oluyor…
Bunu anladığın gün… Beni anladığın gün; seni öpüp başıma koyacağım!
Bana bundan sonra ağlayan suratlar, kızgın işaretler gönderme… Ya gülerek yaz kelimelerini veya gülümseyebildiğin zamana kadar yazma!
Benim de bir yüreğim olduğunu anladığın gün, göreceksin ki seni nasıl “bir çiçek gibi” yakama takacağım!
Stop
Muammer Erkul
06 Ocak 2008 Pazar