Sen yoksun ki aslında
Hadi… Söyle bana;
Sen nesin?
İfade et “tutabildiğin sen”i…
Zor, değil mi?
Bence de zor!
Sen yoksun ki aslında; gideceğin yer var!
Duyamadım, söylemiş miydin “ne” olduğunu?
Geç hadi bir kalem, geç… Ne olduğun önemli değil.
Peki ya “kim” olduğun?
O da “varmış olduğun yer” ile alakalı!..
Kafanı patlatmak için sadece bu on satır yeter de artar bile…
Yo, “kafana patlatmak” demedim, “kafanı patlatmak” dedim. Kafa patlatmak bizim işimiz değil. Kafaya patlatmak ise harcımız değil;
Kafa patlatacak nice on satırların önünde, bir kafa bile fazla gelirken bu kafaya!
Söylesene bana; sen nesin?..
Hadi, ifade et “tutabildiğin” seni…
Seni aptal!
Sen yoksun aslında, sen yoksuun…
Sen; “varmış olduğun nokta”sın!
Öyleyse ne zorun var boy ölçüşmelerle ve aynalarla?
Aynalar “rekabet”in kamçılandığı arenalar değil… Aynalar “revizyon” istasyonları!
Hadi… Bırak artık “tutabildiğin sen”i…
Sen; tutamadığın sensin!
Ve bu sana “tutulmazlık” getirsin.
———————————————————
Okyanusa ayna düştü
Okyanusa ayna düştü.
Ve bir balık o aynanın içinde “bir okyanus daha” olduğunu gördü!..
Tuhaf olan; bu yeni okyanusun minicik kapısında, kendi yaptığı her hareketin aynısını yapan bir balığın var olmasıydı…
Hiçbir manevrayla ve ani hareketle aşılamayan bir balık…
Gövde gösterisine, heybetlenmelere pabuç bırakmayan bir balık…
Öfkelenmelerde, dellenmelerde ısırılamayan, yutulamayan, yaralanamayan bir balık…
O yorulmadan yorulmayan, o vazgeçmeden vazgeçmeyen… O uzaklaşmadan okyanusun kapısından uzaklaşmayan bir balık!..
Okyanusa ayna düştü.
Bir balık kadar küçüktü bu ayna…
Ama bir okyanus kadar büyük!
“Zorun ne?..” diye sordu bir ses.
“Burnunu aşındırmaya çalışmak sana ne kazandıracak?..”
Ama orda bir okyanus var ve ben onun sonsuzluğuna kuyruk vurmak istiyorum. Lâkin şu benim yaşımda, benim boyumda, benim şeklimde ve en az benim kadar zekî balık yolumu kesip duruyor…
“Orda bir okyanus yok” dedi aynı ses…
Sonra; “Orda bir kapı da yok” diye saçmaladı (!)
“Hatta o kapıda bir balık da yok…
Sen bile yoksun aslında!..”
Frekansı olmayan bu ses niye gördüklerimin aksini söylüyordu ki?
Niye bağırıyordu böyle:
“Okyanusa dön!..” diye.
Birdenbire aklıma geldi ki;
Acaba o balık da aynı “kapı”dan benim okyanusumu görüyor ve benim okyanusumun derinliklerinde kuyruk sallamak mı istiyordu?..
Ve ben miydim kesen onun yolunu?
Yoksa ona bir okyanus verip ondan bir okyanus mu almak istiyordum?..
Aman Allah’ım…
Ben
Ben bu kadar aptal bir tüccar mıydım?..
Yaşım kadar yıl boyunca, kulağımın dibinde “vızıldamış” olan, frekansı olmayan şu sesi duydum yine;
“Orda bir okyanus yok…
Orda bir kapı bile yok…
Ve sen, bu aynanın önünde kaldığın sürece, gerçekliğin; o balığın senin için gerçekliği kadar!..
Veya sen o balık kadar varsın!..
Yahut o gölgenin, o hayalin, o aksin tasavvuru kadar gerçeksin!..
İçinde bulunduğun gerçeğe dön…
Okyanus aynaların içinde değil;
Sen, okyanusun içindesin!..
Okyanusa dön!
Aynalar, kendini perişan etmen için değil; “kendini düzene sokman” için…
Aynalar; inadın, rekabetin ve boy ölçüşmelerin arenası değil!
Aynalar, burnunu aşındırman için değil; kendini ve ardını görmen için!..”
Okyanusa ayna düştü…
Sonra bir ayna daha, bir ayna daha düştü…
Okyanusa düşen aynaların, birer yeni okyanus kapısı olmadığını anlayan her bir balık; kendi okyanuslarının içinde, sonsuzluğun peşine düştü!..
——————————————————–
Hikâye
Cahit Külebi
Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkıyalar basardı,
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!
Benim doğduğum köylerde
İnsanlar gülmesini bilmezdi,
Ben bu yüzden böyle naçar kalmışım
Gül biraz!
Benim doğduğum köylerde
Kuzey rüzgârları eserdi,
Hep bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!
Bir gün
Yusuf Ziya Ortaç
Kavuşmak bir gün toprağa,
Bir bahar cümbüşü olmak,
Dört mevsimde ayrı ayrı
Tabiatın düşü olmak…
Bir buluttan düşen yağmur,
Bir yıldızdan damlayan nur,
Bir yeşil yaprakta huzur,
Bir gonca gülüşü olmak…
Yazın savrulmak harmanda,
Kışın şahlanmak ummanda,
Fecre karşı bir ormanda,
Bir kuşun ötüşü olmak…
Köpük, ada ve çiçek
Ziya Osman Saba
Enginlerdeki dagla,
Sahil bilmeyen köpük.
Keşfedilmemiş ada,
Dalında sarkan yemiş.
Henüz ayak değmemiş
Uzanan çayırlarda,
Tozpembe açan çiçek.
Onar mısra IV
Yaşar Nabi Nayır
Yeşil çamlar altında uyuyor şimdi ada,
Şimdi kımıldamıyor zaman bile yerinden.
Ve apaçık gözlerin en derin bir rüyada,
Ve güneş pırıl pırıl akıyor gözlerinden,
Bilsen duracak gibi nasıl yavaş vurmada
Kalbin öyle muntazam, kalbin öyle derinden.
Yüzünü ipek bir tül gibi saran terinden
Güneşi yudum yudum içtiğim şu lahzada
Ruhumuz yıkanıyor sonsuz semada
Fırtınalı, karanlık günlerin kederinden.
Altro
Özdemir Asaf
Şarkı söylüyormuşum
Sokaklarda,
Görmüşler.
Yere yere bakıyormuşum
Yürürken,
Duymuşlar.
Sonrasını kendileri uydurmuşlar.
Stop
Muammer Erkul
11 Ocak 2000 Salı