Seyir Defteri – 04 Şubat 2008 Pazartesi (İzmirli ayakkabıcı, Meserret Oteli ve Serhend…)

Sizlere iki tane bir dakikanın hikayesini anlatmak istedim. Ama üç dört gündür anlatıp anlatmamak arasında kararsız kaldım.
Fakat öyle derin bir güzelliği var ki yaşadığım o iki dakikanın… "Şimdi anlatmazsam, zamanın içinde unutulup gidecek", dedim.
Sonra da "acaba nasıl anlatmalı" diye bir senaryo oluşturmaya çalıştım. Başaramayıp, ondan da vazgeçtim.
Ne oldu ve nasıl oldu ise öyle anlatıyorum. Buyrun…

 

Cuma günü akşam, babamla Hacıannem beni bahçenin kapısında bırakıp kendi evlerine gittiler. Bilgisayarı açtım, dalgınım… Sessizliğin içinde birden telefonum çaldı, irkildim. Baktım ki hiç tanımadığım bir numara; açmakta tereddüt bile ettim…
-Efendim, dedim…
Gayet yakın hatta akraba tavırlı bir ses;
-Muammer, TV5'i aç, İmam-ı Rabbani hazretleri'nin kabrini gösterecek, dedi…
-Kiminle görüşüyorum, dedim…
-Beni tanımazsın, İzmir'den, Muammer'im, seni sevdiğim için aradım, dedi…
Şaşırmıştım. Beklediğim bir şey değildi ve kafam başka işlerle doluydu…
-Hay Allah, burda doğru düzgün televizyon bile yok, olan da çeker mi bilmem, hangi kanaldı? Siz kimdiniz?.. Diye bir çok şeyi ardı ardına söyledim…
-Ben İzmir'den ayakkabıcı, dükkanıma gelmiştiniz, dedi. Tam tekrar "tanımazsın", derken… Birden hatırlayıverdim;
-Aaa, evet, hatırladım, dedim… Şeydeydi…
-Çerezci Erol'un sokağında….
-Şeyde, eee,  Efendi Hazretleri'nin otelinin altındaydı… Evet, uğramıştık…

   

Evet, uğramıştık; sadece bir dakika, sadece ayaktan… Kapıdan bakmıştık sadece. Ona ismimi söylemişlerdi. Benim hiç iyi olmadığım günlerdi; yüzümde bir gülümseme taşımaya çalışıyordum ama sanki sırtımda bir yük taşır gibi… Gülümsemiştim zar zor… O da ansızın beni karşısında görünce, sadece; "gazetedeki resmime benzemediğimi" söylemişti. Ses çıkarmamıştım, içimden sinir olmuştum… Zaten geçerken uğramıştık o küçük dükkana, hemen gitmemiz gerekiyordu, vedalaştık. Hepsi bu kadar… 
Fazlası yok, azı var; sadece bir dakika…
…..
İkinci bir dakika da; iki üç sene sonraydı, yani evvelki gün…
Yani telefondaki bir dakika!..
Ve ilginç olan şu: Ben küçük televizyonu açtım, kanalı buldum… Kanal 5'te, İsmail Kahraman beyin gezi-tanıtım-kültür programıydı; Hindistan'ı, Serhend'i anlatıyordu ve tam da İmam-ı Rabbani hazretlerinin kapısındaydılar görüntü geldiğinde…
Pür dikkat izledim, dua ettim…
İyi de, ayakkabıcının adı neydi?
Telefonumu bulup yıllar sonra beni arayan; kendi sevdiği, beğendiği bir güzelliği benimle de paylaşmak isteyen bu güzel adamın ismi neydi?..
Ne farkeder ki isimler?
Dualar müşterek; sizden biri de şimdi bu yazıyı okuyunca etmiş olsa, o dua gider bulur (bu yazının yazılmasına sebep olan) ayakkabıcının adresini, öyle değil mi?..

 

"Efendi hazretleri", dediğim ise; Abdülhakim Arvasi hazretleri…
Hani, Sultanüşşüera yani Şairler Sultanı Necip Fazıl Kısakürek'in de hocası olan büyük âlim… İşte o mübarek zatın İzmir'e gittiğinde kaldığı oteli göstermişlerdi bana. Ayakkabıcı (Ali abinin) dükkanı da hemen onun altındaydı…

 

İmam-ı Rabbani hazretlerinin büyüklüğü konusunda da bir örnek vermek istiyorum… Yanlışım olursa, bilen söylesin ki düzeltelim;
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri'ne, İstanbul'da vaazlar verdiği dönemde biri sormuş. Demiş ki;
-Hazret-i Mevlâna ile İmam-ı Rabbani hazretlerini anlatır mısınız?.. Aralarındaki fark nedir, üstünlükleri nasıldır?
Mübarek, Mevlana hazretlerinden başlamış anlatmaya. Öyle örnekler veriyor, o kadar methediyormuş Mevlana Celaleddin Rumi hazretlerini ki, o kadar olur…
Zaman bitmiş…
Efendi hazretleri, anlattığı Mevlâna bahsini noktalarken bir an susmuş, dinleyenlere bakmış…
-Fakat, demiş…
Ben, İmam-ı Rabbani hazretlerine âşığım!…

 

Şimdi bu yazıya kaç noktadan bakılır?
İşin o kısmı da okuyanlara kalsın!

:))) 

 

8 yorum

  1. Merhaba 🙂
    Hani derler ya; “ilk intiba çok önemlidir” diye… Demek ki bir dakika da olsa iyi izlenimler bırakmışsınız İzmir’li, ayakkabıcı amcanın gözünde… M.E iyi elektrik almasaydı arama cesaretini gösterebilir miydi sizce?

  2. Ne güzel bir oteldir o… Meseret Oteli’dir o… Kemeraltı’nda… Bilenler bilir orayı… Hani Üsküdar’daki Hüdayi yolu gibi… Hani diyor ya kayıkcı; “Bir eski kayıkçılar bilir burayı, bir de nasibi olanlar…”
    ‘Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir…’
    Hz.Mevlana

  3. Sevgili abim, ayakkabıcı seni bir kere gördü, evet tanımıyordu fakat yazılarını takip ediyordu:-)biliyordu seni ve samimi bir insan olduğunu… Efendi hazretlerine gelince onların durumu bizi aşar, onların birbirlerine olan sevgi ve bağlılıkları kalpten kalbe geçer, malumunuz üzre…

  4. “Taş yeşermez gelmiş olsa da nevbahar
    Toprak ol da bir bak üstünde ne güller açar.” Hz.Mevlana

    Yumuşacık toprakta, yürekte elbet gül bitecek, sevgi veren elbet sevgi bulacak değil mi ya.:-))))))).

  5. Bu yazıya özellikle de son satırlarına ne yazsan az. İyisi mi bişey yazmamak… Zaten de hitabı duygulara…

  6. Birinin vesilesiyle büyük zatların ismi geliyor aklımıza. Zaten aklımızdadır ki dua ediyoruz. Başkalarına da dua etmelerini söylüyoruz. Bütün bu dualar dönüyor dolaşıyor ve bu büyük zatı bize hatırlatan kişiye sevap olarak gidiyor. Şimdi biz de dua edeceğiz İmam-ı Rabbani Hazretlerinin ruhuna. Ve bize vesile olana sevap gidecek. Biz dua ettikçe siz de sevap kazanacaksınız. Ufacık bir yazı ile neler de değişiyormuş meğer…
    :-))

  7. İmam-ı Rabbani Hazretlerinin ve
    de Mevlâna Hazretlerinin şefaatlerine
    de cümlesiyle beraber bizler de
    erişelim inşallah. Amin.
    Gördünüz mü üstadım. Hiç aklınıza bile gelmeyecek bir insanın yüreğine
    ne güzel sevgi tohumları ekebilmişsiniz.
    Alkışla kendini!
    :-)))

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir