Sormayı, düşünmeyi ve el öpmeyi seçmek
* (Bir)
Merhaba Muammer bey, sizi çok seviyorum e-mail bekliyorum.Yazılarınızı bazen anlamıyorum. Size o zaman çok kızıyorum. Ne diyor bu adam, diyorum. “Kuyruğumu Seviyorum” yazınızdan beri sizin yazılarınızı okuyorum. Lütfen bana e-mail yollayın. Yoksa durmadan e-mail yollarım. Güle güle.
* (İki)
Size gönderdiğim mesajlar gitmez sanıyordum. O yüzden birkaç defa denemek için e-mail gönderdim. İnternette bir problem vardı da sizin gönderdiklerinizi görünce çok şaşırdım. Neden kısa ve öz yazıyorsunuz? Bir dahakini uzun bekliyorum. Hem bana e-mail göndermeniz şaşırttı. Siz cevap göndermez sanıyordum. En güzel dileklerim sizinle. Unutmadan, siz çok garipsiniz. Hoşçakalın.
* (Üç)
Neden böyle yazdığımı bilmiyorum. Mutlaka bir sebebi vardır. Ben de bilmiyorum. Aslına bakarsanız yazılarınız çok değişik, garip geldiği içindir. Bizim evde yazılarınızı okuyan yok, çünkü anlamakta zorluk çekiyorlar. Ben okuduğum zaman kafamda hiçbir düşünce yoksa dikkatli okuyup anlayabiliyorum. Aslına bakarsanız o benim garipliğim galiba. Yazdıklarınız amma “uzunmuş” okumaktan yoruldum. Bana mektup adresinizi verin, internette aksaklık var, yazdıklarım gitmeyebilir. Size bir oyun oynadım. Garipsiniz dediğim için bana e-mail göndereceğinizi biliyordum. Güle güle
* (Dört)
Önce bana gülmeyeceğinize dair söz verin. Söz verdiniz değil mi? Eveeet, ben çok unutkan olduğumdan bir gün önce yazdığım yazıyı unutmuşum. Sizin de gazetede yayınlanmış olan “Beni kandırmak isteyenlere” yazısını görünce; ben size “garipsiniz” yazınca, siz de bana “neden garibim” diye sormuştunuz. Ben de size cevap olarak; “Ben size garip dediğim için göndereceğinizi biliyordum” yazmıştım. Ama ben kendi yazdığım yazımı; “Sizi kandırdım çünkü garip dediğim için bana yazacağınızı biliyordum”u düşünmüşüm. Hemen kendi yazdığımı okumadan size mail gönderdim. Sonra yazımı okuduğumda ne kadar aptal olduğumu düşündüm. O gazatedeki yazıyı bana yazdığınızı düşünmüştüm. Ne kadar aptalca değil mi? Sonra bildiğiniz gibi sizle iletişimimi az daha kesecektim. Benim gibi aptal biriyle vaktiniz olamazdı benim düşünceme göre… Gülmüyorsunuz değil mi? Ayrıca bana moral verdiğiniz
için teşekkürler.
* (Beş)
Evet haklısınız.
Tabii ki gülmedim bu mektuplara. Ama o, kendi mektuplarını ve benim cevaplarımı okuyup sonradan çok güldü kendi kendine, biliyorum bunu.
Hayat bu işte; her zaman birşeyleri yanlış anlamaya hazır bekliyoruz demeyeceğim amaa; bu kuyuya da her zaman düşüp düşüp duruyoruz!
İşte böyle incir çekirdeği kadarcık habbeleri Kaf dağı edip koyuyoruz karşımıza…
Yazısını kendimizin kazıdığı mezartaşlarını dikip duruyoruz istikbalimizin başına!..
Aslında ne kadar çok şey var değil mi, biribirimizden öğreneceğimiz?..
…..
Şimdi bu kızkardeşimiz ya dördüncü mektubunda dediklerini yapmış olsaydı… Ya, o anki duygularını aktarmak gibi bir güzellikte bulunmasaydı… Ya, ben o son mektupları uzun süre okuyamayacağım bir zamansızlığımda olsaydım?..
Bunlar olmayacak şeyler değil ki, olabilirdi…
Buna benzer neler yaşadığımızın farkında mısınız, hayatımızda?
Buna benzer durumlarda kimleri kendi geleceğimizden sildiğimizin, kimleri kaybettiğimizin, kimlerle aramızda var olan ilişkilerimize yazık ettiğimizin farkına varıyor muyuz?
Değiyor mu acaba bir kerecik daha düşünmemeğe?..
Değiyor mu; “Ya, bu durum aslında böyle olmayabilir” dememeğe?..
Değiyor mu; bırakın o insanın bizden alabileceklerini, bizim ondan alabilecekerimizi, öğrenebileceklerimizi boşuboşuna feda etmeye?..
Size bir sırrımı daha vereyim de; “camdan” bir adam gibi içimi dışımı görün artık:
Benim de aynen sizler gibi hayatıma dokunan, istikametimi düzelten insanlar oldu…
Kaç kişi mi? Pek çok kişi.
Zannediyor musunuz ki onların her söylediği, her yaptığı ve her yaptırmaya çalıştığı benim hep hoşuma gitti?
Bir çoğuna döndüm arkamı…
Ama kalabalıklarda kaybolan hep ben oldum!..
…..
İşte bugün, yani şu an elinizde tuttuğunuz bu yazı, bu mektup, bu mesaj belki o zamandan mevcuttu içimde… Ama bunun ne ben farkındaydım o zamanlar, ne onlar, ne de siz…
Öyle değil mi?
Biliyordum, içimde birşeyler var; aynen sizin şu an içinizde birşeyler olduğunu bildiğiniz gibi…
…..
Ama her sildiğin insan, senin üzerinde yazılı olan “adresin” birer öğesi, unsuru, parçası, bölümüdür aslında!..
Burda kapalı bir mektup zarfı var;
Ve yeryüzünde 5 – 6 milyar tane insan…
…..
Bu mektubun istikameti neresi?.. Oraya ne ile gidecek? Trenle mi, gemiyle mi, uçakla mı? Hızlı mı, normal mi, iadeli mi?.. Özel postayla mı, resmi postayla mı, kargoyla mı?.. Hangi kıtadaki hangi ülkeye gidecek? Hangi ülkenin hangi şehrine varacak?.. O şehrin hangi bölgesine, hangi ilçesine ulaşacak?.. O ilçenin hangi köyünde veya mahallesinde sahibini arayacak?.. Caddenin adı ne? O caddenin hangi sokağı? O sokaktaki hangi site? O sitenin hangi apartmanı? Sokak numarası kaç? Binadaki rakkam ne? Apartmana hangi isim konmuş? Kaçıncı kat? Daire kapısının numarası? Bölgenin posta kodu?..
Ve hatta; bu evde yaşayanlardan, hangi ismi taşıyan kişi için yazılmış taşıdığın mektuptaki bu satırlar?
Hadi silin bakalım; bu bilgilerin kaç tanesini silebileceksiniz?..
Her insan…
Bizim için…
Çok mühim…
Aynen, bizim de diğerleri için çok mühim olduğumuz gibi.
Bunu bilmiyor muydun?
İyi, şimdi öğrendin!..
Sen biliyorsun da onlar mı bilmiyor?..
Bilmeyenlere de sen; “yaparak-yaşayarak, gösterip-örnek olarak” öğreteceksin… Söyleyerek, bağırarak, döverek, söverek değil!..
…..
Sır mı istiyordunuz?
Peki…
Şu an düşünüyorum; benim yolumda “işaret levhaları kadar” önemli olan pek çok insandan yönümü buldum… Taa nerelerden taa nerelere doğru uzayan bir yolun (sizin de bildiğiniz) biryerlerindeyim şimdi…
Geriye doğru baktığımda ne görüyorum biliyor musunuz?
Bunca insanla ilişkim olmuş… Ve yine bu (hakikatten çok mühim) şahıslarla problemlerim olmuş. Sayıyorum, en az on tanesiyle de irtibatım kopmuş kopmuş bağlanmış.
…..
Bugün idrak ediyor ve samimiyetle itiraf ediyorum ki; Muammer, şu an bazılarının hoşuna giden bir yerdeyse… Ve bazılarına birşeyler anlatma konumuna gelebilmişse… Bunun bir tek sebebi vardır ki, o da şudur;
Muammer, her arkasını dönüp hışımla uzaklaşmaya başladığında; “DÜŞÜNMEYİ” seçmişti… Yabancısı olduğu şehirlerde, en azından yolun bir bölümünü bilen birilerine “SORMAYI” seçmişti… Ve birşeyler öğrendiği her (birşeyler bilen) kişinin, aslında birer “şamandıra” olduğunu, kendisine yarınlarda da lazım olabileceklerini hissederek; dünün, bugünün ve (peşin peşin de) yarınların minnetini hissede hissede, hissettire hissettire “EL ÖPMEYİ” seçmişti…
…..
Kim kazandı dersiniz?
Bu yazının burasına kadar okumayı “seçmiş” olanlar; bunun sorusu da cevabı da sizsiniz!..
Bir soruyla bitiriyorum yazıyı:
Bütün sokak tabelaları, bütün trafik levhaları her bakana ve “doğru okuyabilene” yol gösterebiliyor, değil mi?..
Peki bakmakla, okumakla eskiyen; veya bakılmaktan, okunmaktan bıkan bir sokak tabelası, trafik levhası gören oldu mu?
Hadi, gülen olacaksa; işte şimdi gülsün haline…
———————————————————
Günün Mektubu
Merhaba Muammer Abi, Biz öncelikle sana teşekkür etmek için bu maili yazıyoruz ama şu anımızı anlatmadan da geçmek istemiyoruz:
Bir gün küçük kardeşimiz Hilal ve teyzemiz yolda gezerken bir cüzdan bulmuşlar. Eve getirince doğal olarak kiminmiş diye içini açtık ve ilk gördüğümüz kimlikten tıp öğrencisi olduğunu anlayıp tıp fakültesine haber
verdik.
Tam cüzdanı yerine koyacakken en çok kullanılan gözlerden birinin en üstünde bir tane gazete kağıdı gördük. Doğal olarak merak edip içinden çıkardık, bir de baktık kı ne görelim. Bizim de sakladığımız senin yazılarından biri değil mi?..
Ne kadar şaşırdık ve ne kadar sevindik bilemezsin…
Meğer dünya ne kadar küçük ve Sevgi Ailemiz ne kadar büyükmüş.
Sevgiyle kal.
İmza günü
Şair dostum Hasan Doğrusoy’un Tutuklu Kaldım isimli yeni şiir kitabı basıldı. 13 Şubat Pazar günü (yarın) tanıtım ve imza günü düzenleniyor. Caddebostan’daki Kadıköy Belediyesine ait Kültür Merkezi’nde bizler de olacağız. Şiir dostlarını bekliyoruz.
Stop
Muammer Erkul
12 Şubat 2000 Cumartesi
Ahhh aahh… Muammer Abi, ne kadar seviniyorum bir bilsen! Neye mi??? Bir ben kendimi garip bilirdim, şimdi yalnız olmadığımı biliyorum :)))
Çok mutluyum! Her söylediğin söz öyle güzel giriyor ki kalbe, öyle güzel bir yuva yapıyor ki… Hani diyorsun ya “Siz anlarsınız”… Vallahi anlıyorum, bu böyle birşey işte, gönüller bir olunca düşünceler aynı sözlere dönüşür ayrı ayrı dillerde. Sonra bir ırmak olur kıvrım kıvrım akarak dünyayı dolaşır, gönüllere girer ferahlatır, sonra o gönüllerde dolaşırken sevgi adındaki ormanları sular, çiçekler açar, kuşlar dolar dallarına… sonra o kuşlar şarkılarıyla eşlik eder şırıl şırıl akan ırmağa… işte bu baharın yer yüzüne gelmesi gibidir.
Sözlerin işte böyle kıymetlidir…
İyi geceler sevgi ormanı…