Tavuklarla savaş [31 Ağustos 2007 Cuma]

(veya Savaş ve Barış)

Elinde vişne dalından bir kılıç; tavukların peşindesin!..
Bahçenin hâkimisin; dur yok durak yok sana ve her “gıdaak” sesinden sonra bir “madalya” sahibisin!..
Kediler, tavuklar ve birkaç kazla ördek yol açmış sana, taç sunmuş… Sen ki elinde bir kılıç vişne dalından, bahçenin kralısın…

Yürümekten kanamış ayaklarıyla, henüz ismi konmamış uzak dağların gölgelediği uçsuz bucaksız bir ovada karşılaşan… Her biri bir diğerinin gideceği yol üzerinde durup, derin bakışlarla rakibini süzen… Ve az sonra, iki elin parmakları gibi veya bir kemik tarağın dişleri gibi birbiri içine giren orduların…
Bazen saatler, bazen günler sonra… Tükenmiş ve kana boyanmış halde… Yere serili binlerce beden üzerinden geçerek; girdikleri ordunun ardından çıkabilen, biraz da şanslı askerlerine denir cengâver!

Cengâverlik ile kahramanlık arasında; “ideal” farkı var!..

En usta dövüşçü, kahramanı olmayabilir hiç kimsenin. Ve zaten kahraman da olmayabilir… Fakat sen, kahramanı olmaya niyetliysen birilerinin ve hatta kahraman olmaya zorlamışsa seni şartlar;
Kılıcını kullanmayı öğreneceksin…
Ve kalkanını tutmayı…
Yanına yedek olarak neler alman gerektiğini öğreneceksin ve neleri almaman lazım geldiğini!

Barışta, ikinizin elinde de gürgen değnekler veya bilenmemiş kılıçlar varken sana vurmayıp acıyan hocan; dereler halinde insan kanı akan savaş meydanlarına girdiğin zaman sana acımıyor demektir!.. O senin üstadın değildir demektir!.. Sende istikbal görmüyor demektir!.. Ve zaten, seni gözden çıkarmış demektir!..

Karanlıkta, gözleri bağlanmış halde, sadece eliyle yoklayarak, reflekslerinin yardımıyla bir timsahın dişleri arasından geçmekten daha zor olan “kılıç ormanı”ndan… Hem de bedeni bütün olarak geçebilenler;
Üzerinde barış güvercinleri uçuşan başlarını, hocalarının önünde eğik tutabilenler arasından geliyor!..

Sana her puan vereceğini umduğun kişinin tek tek gönlünü kazanmaya çalışmak; ne büyük ahmaklıktır, işi bilenlerin gözünde…
Çünkü buna bir ömür yetmez!
Ama “puanı hak eden” bir insan olmaya yeter, kendi ömrün!..

Akıllı olmak; kendi kuyruğunu kovalamak değildir… Yakalasan ne olacak? İşte zaten geliyor peşinden!..
Akıllı olmak; menfaatin nerede olduğunu görebilmektir… Sonlu ile sonsuzu ayırabilmektir, ki; bunu fark edemeyen tek mahlûktur, nefs!..

Şimdi sen, elinde vişne dalları; ani hücumlara geçip, her hamlende bir tavuktan tüy düşürmeye çalışıyorsun!
Bütün duvarların rengârenk kaz, ördek, tavuk tüyleriyle kaplanmış olsa neye yarayacak? Kılıç ustasının vurduğu kafanda beliren şiş, bütün bunlardan daha kıymetli değil mi?..
Barışta yediğin sopanın morluğu mu asıl değerli olan, yoksa savaşta aldığın madalya mı?

Sormayana, ancak bu kadar söylenir!
Buyur; işte, kendi bahçendeki tavuklar, böcek bulmak için eşelenmekte… Dal aralarına!..
Ve şunu sakın unutma:
Barışta öğrenmek için sormayı zül bilenin, savaşta buna vakti olmuyor!

Stop
Muammer Erkul
31 Ağustos 2007 Cuma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir