Gözün her gördüğüne inanacak olsaydık;
Güneşin pencereden küçük olduğuna hükmederdik…
Ve gözlük camından küçük olduğuna…
Ve, anahtar deliğinden!..
Zaman, güçlü rüzgârlar gibi savurup bazen insanoğlunu, bir yana topluyor; sonra oradan alıp başka tarafa yığıyor…
Kim kurtulacak başıboş savrulmaktan?..
Bir balon gibi başıboş savrulmaya hazır olan; başı, boş kalanlar…
Ekin, ne güzel; başını eğdiğinde!
Başı eğikken ekinin, ne yakın samandan ayrılması…
Ve buğday; ne lezzetli, ne faydalı…
Gözle gözüken olsaydı ölçümüz;
Üstüne bulaşmış olan çamuru görürdük, “altın”a bakınca…
Hâlbuki yağmur, rahmettir… Adalettir, ihsândır, merhamettir kıymetlinin değersizden ayrılması…
Gün gelir yıkanır, aklanır, temizlenir, sıyrılır altın; rahmetle eriyen çamurdan!
Mahalle kenarlarında gübürlükler vardır, gübrelikler vardır, beğenilmez… Ama bazen çiçekler de biter, güller de açar üstünde…
Göz bakar, görür; idrak edemez!
Göz, sadece gördüğüyle yetinir, kanar!
Göz; önünde duran pirenin ardında kalan deveyi göremez!
Göz; küçük görür güneşi kendi baktığı delikten!..
Tavuk gübrelikte eşinir, gübürü karıştırır; lazım olanı bulur…
Nereye bakmak lazım?
Tavuğun, çöplüğü karıştırdığına bakanlar;
Folluğa bıraktığı yumurtayı göremez!..
Her baktığının; “gördüğü gibi” olduğuna mı inanacağız gözün?
Sahi, anahtar deliğinden küçük mü güneş… Ve gözlük camından… Ve pencereden?..
Öyleyse başka yol yok;
Ya güneş küçük veya göz ahmak!
Kedilerin bile üç beş günde açılıyorken gözleri…
“Günaydın” demek kolay değil;
Açılmamış gözlere!
Stop
Muammer Erkul
23 Ağustos 2007 Perşembe