Bıçağı ben sapladım(!) [12 Nisan 2000 Çarşamba]

Bıçağı ben sapladım(!)

Adliye binasından içeri alınırlarken, basın mensuplarına bas bas bağırıyordu bizim çocuklar:
“Doğruları yazsanızaaa!…
Bayrağımızı yaktılaaar!..
Bayrağımıza hakaret ettiler!
Yaşlı kadınları tekmelediler, genç kızların üstüne çullandılar!..
Onlarda da bıçak vardı…
Niye bunları yazmıyorsunuz?..”

Ben iyi bir gazete okuyucusu değilim, çünkü midem çok çabuk bulanıyor(!)
Ama gördüğüm kadarıyla Taksim Meydanı’nda sanki sadece Ali Sami Alkış’ın ve benim bayrağım yakılmış, yırtılmış ve aşağılanmış!..

Birileri hâlâ neyin inadındalar da; bu ülkenin başka bir bölgesinde aynı hareketi yapmış olsalardı “Şeref madalyası” takılıp, aylarca da “mükafat izni”ne gönderilecek olan delikanlılar aleyhinde “kamuoyu” oluşturmaya çaba gösteriyor, anlamıyorum.
Dünkü yazımızda sorduğumuz gibi, niye “Kraliçeden çok kralcı” olmaya çabalıyorlar?
Evet, en azından bizim topraklarımızda ölmemeliydiler…
Ama bu İngilizler İngiliz bile değiller. Ha Türkiye’de ha İngiltere’de veya dünyanın bir başka ülkesinde “su yolunda” kırılacaklardı.
Talihsizlik; bizim Taksim Meydanı’mızda ve “mahir kameramanlarımızın(!)” objektifleri önünde yerlere serildiler. Hiçbirinin aklına o an gökteki yıldızları, hilal manzaralarını çekmek falan da gelmedi! Hadiseye karışanlarsa, (hatta ordan geçenler bile) ekranlardaki görüntülerinden armut gibi avlandılar…

Bu ülkede üç mefhum için ölünür:
1- Dini duygular için. (Kur’an gibi, ezan gibi…)
2- Milli duygular için. (Bayrak gibi, marş gibi…)
3- Ve namus için. (Ana, bacı, avrat gibi…)
Taksim Meydanı’nda o gece bunların hepsi birden çiğnendi mi?.. Çiğnendi.
Taksim Meydanı’nda o gece bir yanında Atatürk Barajı’nın diğer tarafında Mustafa Kemal’in resmi (şimdi farkediyorum, hayret ki ay-yıldız yok) bulunan bir milyon liralık kağıt paralarımız o zibidilerin ellerinde parçalanmadı mı?.. Evet, herkesin gözleri önünde.
Peki nerde bu pilli bebekler, kurma kollu ilericiler?.. Niye sesleri çıkmıyor?.. Bu ülkede Ali Sami Alkış’tan ve benden başka, kendi bayrağını, kendi ezanını, kendi ihtiyar kadınlarının ve kendi genç kızlarının namusunu savunan yok mu?..
Haa?

Biliyorum, herkes de bilmeli devlet olan bir yerde, cezayı devlet makamları verir.
Bu çocukların unuttukları belki sadece buydu…
Ama o an ne yapmalılar?
İhtiyar kadınların beline tekmeler inerken, mağazaların camları indirilirken, bayrağımız yerlerde hüngür hüngür ağlarken… Hatta holiganların ellerinde bıçaklar da belirmişken… Üstelik ortalıkta polis molis de görülmüyorken…
Ne yapmalıydı her birinin en az bir dedesi Çanakkale’de kalmış delikanlılar?..

İnanılır gibi değil; bugüne kadar yaşanmış olan bütün hadiselerin intikamını bu olaya karışmış çocuklardan çıkarmak isteyenler var…
Hem de gelmiş geçmiş bütün hadiselerin. Eğer bunlara en ağır cezaları verirsek Avrupa bizi aklarmış!..
Ciddi ve aklıbaşında İngilizler gazeteleri bas bas bağırıyorken kendi holiganları için; “Yüz karaları… Irkçı saldırganlar… Dövmeli bira canavarları… Türk karşıtı aptallar…” Diye, bizimkiler, diyor ki:
“Yok yok, siz bilmezsiniz… Biz, kendi çocuklarımızı önce bir sallandıralım ipte de… Devamını sonra konuşuruz. Ama önce kendimiz rahatlayalım!..”

Bir de şunu merak etmekteyim:
Acaba şu anda, tıkıldıkları hücrelerde;
“Acaba bizi gerçekten idam ederler mi?” Diye kara kara düşünen çocukların, silah altında, dağlarda, eşkıya kurşunlarına göğüs geren arkadaşları acaba ne düşünüyorlar?

Ağır tahrik var…
Ve bu, şahsi değil milli ve manevi bir tahrik.
Cinayetler hesaplı programlı değil, ordaki bir satıcıdan o an kapılmış bıçaklarla işlenmiş.
Herifler kimvurduya gitmiş aslında.
Görüntülere bakıyor bazıları da;
“Vah vaah, diyor… Kafasına da tahtayla vurdular hunharca…”

Şu Ali Sami Alkış da olmasa içimden kan sızacaktı yani… Diyordu ki dünkü yazısında:
“O sırada oralardan geçseydim, ben de boş durmazdım.”
Bir İTİRAF da ben yapayım:
“O gece İstanbul’da olmamam önemli değil, BIÇAĞI BEN SAPLADIM…”
Yok mu bu serserilere benden başka da “bıçak sokmuş” olan?..
Yok mu benden başka da Edirne, Kars, Samsun, Adana, Berlin, Ankara, İstanbul adliyelerine gidip, mektup yazıp, telefon edip bu hadisenin sorumluluğunu paylaşacak olan?
Yok mu?
Bizim ezanımız, bizim bayrağımız, bizim paramız, bizim kadınımız için; birini öldürecek kadar ölümü göze almış bu bizim çocuklarımız bazı yazarların avucunda, oltaya takılan bir solucan kadar yalnız mı bırakılacak?

———————————————————

Siperden mektup
Allah’a dua et, düşman tırpanı
Devlet ağacını yolmasın, anne;
Altında dökülsün oğlunun kanı
Bayrağın gül rengi solmasın anne!
Köyden biri geldi taburumuza,
Meğer söz kesilmiş muhtarın kıza,
Gece niyet tutup baktım yıldıza,
Artık söyle o iş olmasın, anne!
Düşünme boş gelse posta katarı,
Siperden akın var yarın dışarı;
Kadere râzı ol, uzun yolları,
Bekleyen gözlerin dolmasın anne!
İbrahim Alâaddin Gövsa

Stop
Muammer Erkul
12 Nisan 2000 Çarşamba

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir