Enver Abi’li hatıralar (Metin Özer – DEMİREL’DEN ENVER ABİ’YE ŞOK MEKTUP!..)

 

DEMİREL’DEN ENVER ABİ’YE ŞOK MEKTUP!..

Son yazımda Egebank olayını sizlerle paylaşmıştım.
Enver Abi’yi haksız yere tutuklamak için kurulan kumpası bütün yönleriyle anlattım.
Bu konudaki bilmediğim ayrıntıyı ise gelen bir telefonla öğrendim: Enver Abi tutuklanacağına o kadar inanmış ki; meğer cezaevi için valizini bile hazırlamış!..
O dönem İhlas Holding’de yönetici olan İsmet Anaç aradı:
“Senin yazınla birlikte yıllardır çözemediğim bir sırrı çözmüş oldum. Allah senden razı olsun” dedi.
Ve şöyle devam etti:
“Tam o tarihlerde Enver Abi bizi aradı, çağırdı. Odasına girdik. Bize masasının hemen yanında bir valiz gösterdi. Valizine; seccadesini, havlularını, çamaşırlarını ve ilaçlarını koymuş… ‘(Bunlar beni tutuklayacaklar. Böyle bir şey olduğunda sizler şu işleri yapacaksınız)’ dedi. Başka da bir şey söylemedi. Bizler dışarıya çıktık. Hepimiz Enver Abi’yi kimin, niçin tutuklayacağına bir akıl yürütemedik. 4-5 gün kendimize gelemedik. Daha sonra arayıp tehlikenin geçtiğini söyledi ve işimize devam etmemizi istedi. Senin ele geçirdiğin o raporu okuyunca yıllardır çözemediğimiz bu olayı da çözmüş olduk” deyip uzun uzun dua etti.

* * *
Egebank konusu geçen yazımı okuyan bir mudi arkadaş soru sormuş:
– Hatır için bankaya ortak olunur mu?
Olunur… Hem de bal gibi olunur!
Eğer “hatır” sahibi, o baskıcı döneminin en tepesindeyse, tıpış tıpış olunur!..
Yazımın içerisinde ima etmiştim ama sanırım tam anlaşılamamış.
Ben bu yazıları bizzat şahit olduğum olayların üzerinden kaleme alıyorum. Öyle yapmasam esas hatır sahibinin Demirel olduğunu da açıkça yazardım!..
Bu soru zaten beni çok memnun etti.
28 Şubat’ı yazarken “Demirel’i nasıl anlatayım” diye kara kara düşünüyordum.

O dönemi yazarken Demirel’i pas geçmek hiç işime gelmiyordu.
Hadi itiraf edeyim, elim kaşınıyordu.
Bülent Arınç’ın: “28 Şubat’ın baş aktörü Süleyman Demirel’dir.” dediği bir insanı o dönemden ayırmak olmaz.
İşte bu soru, Demirel’i yazmama neden oldu.
Sizleri tekrar o günlere götüreyim…

* * *
28 Şubat’ın en karanlık günleriydi. Gazetelerde irtica manşetleri havada uçuşuyordu!
Bir sabah kalktım. Hürriyet Gazetesi’ni aldım. Yarım sayfalık bir manşet haber vardı:
“Cumhurbaşkanı Demirel’den Başbakan Erbakan’a irtica uyarısı mektubu.”
Haberin içeriği değil ama olay beni imrendirdi.
“Vay be" dedim. "Müthiş bir gazetecilik başarısı…”
Cumhurbaşkanı’nın Başbakan’a yazdığı özel mektubu ele geçirip yayınlamışlar. Adamları takdir ettim. Hatta bir gazeteci olarak kıskandım!
Ne kadar saf olduğumu daha sonra acı bir şekilde öğrendim.
Arabayla büroya doğru giderken gazetecilik damarım kabardı:
“Madem onlar Demirel’in Erbakan’a yazdığı mektubu ele geçirdiler. Erbakan Hoca mutlaka bu mektuba bir cevap vermiştir. Ben de gidip Başbakan Erbakan’ın cevabî mektubunu alıp, bunu patlatayım.” diye düşündüm.
Fikir hoşuma gitti.
Büroya gelir gelmez Başbakan Necmettin Erbakan’ı aradım.
Hoca: “Öğlen eve gelsin” demiş.
Atladım Balgat’a gittim.
Rahmetli Erbakan’ın salonunu bilenler bilir. Oldukça büyük ve uzun bir salondu. Yerler tamamen halıyla kaplıydı. En dipte klasik oymalı 3’lü bir kanepe vardı.
Odaya girdiğimde Erbakan yeni abdest almıştı. Çoraplarını giyiyordu. O kanepenin ortasında namaza hazırlanıyordu.
Beni görünce gülümsedi. Yan tarafına oturttu.
Uzun uzun iktidarda yaptıklarını anlattı. Sözlerini tamamlayınca da:
“Metin Bey’ciğim. Sebeb-i ziyaretiniz neydi?” diye sordu.
Hemen konuya girdim.
“Hocam, Cumhurbaşkanı Demirel size bir mektup yazmış. Bugünkü Hürriyet Gazetesi’nde var. Ben de sizin bir cevabî mektup yazdığınızı sanıyorum. Uygun görürseniz o cevabi mektubu bana verir misiniz?” dedim.
“Ne mektubu?” dedi.
Müthiş şaşırdım, adeta şoke oldum ve ekledim:
“Sayın Başbakan’ım. Bugünkü Hürriyet Gazetesi’nde yarım sayfa var. Demirel’in size yazdığı mektup…
Rahmetli Erbakan: “Bende mektup falan yok, onlar üfürüyor! Ortalığı karıştırmak için böyle şeyler yapıyorlar… Hem Sayın Cumhurbaşkanı bana mektup yazsa, önce bana gelir. Onlara niçin gitsin? Zaten dün kendisiyle görüştüm böyle bir mektup olsa orada kendi eliyle bana verirdi.” dedi.
İçime bir kurt düştü:
“Hocam, bu işte bir yanlışlık olmasın. Koskoca Hürriyet Gazetesi böyle bir konuda bu kadar aleni bir hata yapmaz.”
Erbakan: “Dur o zaman Mehmet Bey’i (Özel Kalem Müdürü Mehmet Kahraman) arayıp sorayım” dedi.
Az sonra sevgili dostum, arkadaşım Mehmet Kahraman içeriye girdi.
Erbakan:
“Mehmet Bey, Sayın Cumhurbaşkanı’ndan bize gelmiş, bir mektup var mı?” diye sordu.
Mehmet Kahraman da;
“Efendim, yarım saat öncesine kadar yoktu” dedi.
Erbakan bana dönüp:
“Bak gördün mü? Bize gelmiş bir mektup falan yok. Olmayan mektuba ne cevabı vereyim?” dedi.

* * *
Kafamda bin bir soruyla Erbakan’ın yanından ayrıldım.
Akşama kadar bu meseleyi düşünüp durdum.
Akşam saatlerinde Mehmet Kahraman aradı: “Abi o sorduğun mektup şimdi geldi.” dedi.
Hale bakın!..
Ankara’yı bilenler bilir. Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık arası 5 dakikalık mesafe…
Demirel’in Erbakan’a yazdığı özel mektup, bir gün uzaklıktaki İstanbul’a, Hürriyet Gazetesi’ne gidiyor. Hürriyet Gazetesi o mektubu yayınlıyor. Her şey bittikten sonra mektup muhatabına geliyor!
Her şey açık değil mi?
Demirel, Erbakan’a yazdığı mektubu önce Hürriyet Gazetesi’nde yayınlatıyor. Yayınlandıktan sonra hakaret eder gibi Erbakan’a yolluyor…
Kumpasa bakar mısınız?
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, ülkenin Başbakanına tuzak kuruyor!

Günlerdir 28 Şubat sürecinde Enver Abi’ye kurulan kumpasları anlattım.
Bazılarınız; “Metin Bey, bu kadar da olmaz. Siz her şeyi 28 Şubat’a bağlıyorsunuz” dedi.
Değerli arkadaşlarım.
Cumhurbaşkanının Başbakana kumpas kurduğu bir dönemden bahsediyoruz.
Halkın seçtiği başbakana tuzak kurulduğu bir dönemde, Enver Abi’ye kurulan kumpaslara neden şaşırıyorsunuz?

* * *
Hazır mektup işine girmişken başka bir mektubu size aktarayım.
Demirel bir mektup da Enver Abi’ye yolladı.
Bu bölümü okumadan önce derin derin nefes alıp rahatlayın.
Çünkü birazdan sinirleriniz yerinden oynayacak!
Bu güzel ülkemin nasıl yöneltildiğini öğrenince kan beyninize çıkacak.

Yine o yıllarda Enver Abi Ankara’ya geldi.
TGRT’deki odamda konuşuyoruz.
Odada ikimiz vardık. Enver Abi çok neşeliydi. Sürekli şakalar yapıp takılıyordu.
O sırada bir telefon geldi.
Baktım özel bir konu, ben dışarıya çıktım.
Kapının önünde o dönem Türkiye Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi olan Sebahattin Önkibar bekliyordu.
Elinde sarı bir zarf vardı:
“Hayrola” dedim.
“Cumhurbaşkanı Demirel, Enver Bey’e ulaştırmak üzere bir yazı yollamış. Onu getirdim” dedi.
“Demirel, Enver Abi’ye yolladığı yazıyı sana niçin göndermiş ki? “ dedim.
Kem-küm ettikten sonra:
“Valla bilmiyorum. Ama konu seninle ilgili olabilir. Yeminle, benim bu meseleyle bir ilgim olmadı” cevabını verdi.
“Hayırlısı” deyip içeriye girdik.
Enver Abi benim koltuğumda oturuyor…
Sebahattin ile ben de hemen önündeki koltuğa oturduk. İçeride iki kişi daha var…
Sebahattin: “Efendim, Sayın Cumhurbaşkanı size bir mektup yollamış onu getirdim” dedi.
Enver Abi;
“Hayırdır inşallah Sebahattin… Ben sarı zarflardan korkarım! Ver bakalım” dedi.
O arada Enver Abi bir an duraladı:
“Sebahattin, benim Ankara’ya geleceğimi kimse bilmiyordu. Demirel nasıl öğrenmiş de mektubu sana yollamış?”
Sebahattin Önkibar hemen atıldı:
“Efendim biliyorsunuz, Sayın Demirel’in uçan kuştan haberi olur” dedi…
Enver Abi zarfı yırttı, gözlüğünü taktı ve başladı mektubu okumaya.
O arada zarfa baktım “Cumhurbaşkanlığı forsu” taşıyordu.
Oldukça neşeli olan Enver Abi’nin yüzü, mektubu okudukça değişti.
Birkaç kez, “Allah, Allah” diye mırıldandı.
Mektubu bitirdiğinde felaket üzgündü.
Mektubu masaya fırlattı.
Odada müthiş bir sessizlik var…
Hepimiz ağzından çıkacak sözü bekliyoruz.
Uzun uzun pencereden dışarıya baktıktan sonra:
“Ya Rabbi, nelerle uğraşıyorlar. Ne olacak bizim halimiz?” dedi.
Sonra bana döndü: “Mektup seninle ilgili” dedi.
Dondum kaldım.
Enver Abi yüzümdeki şaşkınlığı görünce;
“Al oku” deyip mektubu bana uzattı.
Mektubu aldım.
Cumhurbaşkanlığı amblemi taşıyan antetli bir A4 kağıtta aynen şunlar yazıyordu:
“Sevgili kardeşim Enver Ören.
Seninle 40 yılı aşkın süren bir dostluğumuz var. Bu süre içerisinde çok sıkıntılar çektik. Çok engelleri aştık. Ben Cumhurbaşkanı oldum sen ise iş âleminde zirveye çıktın. Buralara gelirken dostluğumuz hep sürdü.
Sevgili kardeşim, senin Ankara’da çalıştırdığın Metin Özer isimli şahıs, benim hasmım durumundadır. Metin Özer yüzünden yıllara dayanan dostluğumuzun zedelendiğini görmekteyim.
Adı geçen kişinin bana büyük bir husumeti var. Dostluğumuza zeval gelmemesi için bu kişiyi derhal işten atmanı beklerim. Bunu yaptığın takdirde dostluğumuzun sürdüğüne inanacağım.
Sevgili kardeşim, adı geçen şahsı işten attığını da tarafıma ivedilikle bildirmeni rica ederim.
Gözlerinden öperim.
Süleyman Demirel. 9. Cumhurbaşkanı.
İmza…

* * *
“Gariban bir gazeteciyi işten at ve bana bu müjdeyi ivedilikle bildir!”
Buyurun bakalım.
Vay be!..
Ben neymişim be abi…
Meğer Türkiye’nin bir numaralı sorunu olmuşum da haberim olmamış. Utancımdan yüzüm renkten renge girdi…
Enver Abi bana döndü:
“Canını sıkma. Birisi istiyor diye ben bir arkadaşını ekmeğinden eden patronlardan değilim. Görevine devam et” dedi.

* * *
Şimdi anladınız mı Enver Abi’yi niçin bu kadar çok seviyorum? Bu ülkede Enver Abi’nin bu yaptığını yapabilecek kaç patron var?
Hikayenin burada bittiğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz!..

Sebahattin izin isteyip odasına gitti.
Sebahattin gidince Enver Abi çok şey daha söyledi. Onlar bende kalsın.
Aradan 15-20 dakika geçti Sebahattin tekrar geldi.
Tam koltuğa oturmak üzereyken Enver Abi’den muhteşem bir soru geldi:
“Sebahattin, Demirel şimdi beni telefonla ararsa ben ona ne söyleyeyim?”
Sebahattin resmen şok oldu!
Ardından da;
“Estağfurullah efendim. Siz ne söyleyeceğinizi bilirsiniz. Benim haddim değil” dedi.
Sebahattin sözünü tamamlamıştı ki, kapı çalındı.
Enver Abi’nin Özel Kalem Müdürü içeriye girdi: “Efendim, Sayın Cumhurbaşkanı telefonda. Sizinle görüşmek istiyor.” deyip cep telefonunu uzattı.
Telefonda Demirel vardı.
Kısa bir hal ve hatırdan sonra Demirel hemen konuya girdi.
Benimle ilgili neler söylediğini işitemedim.
Ancak Enver Abi beni kurtarabilmek için en az yarım saat dil döktü.
Enver Abi: “Sayın Cumhurbaşkanım, bu çocuk gariban birisi. Evi bile yok. Bu kışta kıyamette sokağa atarsak Allah muhafaza kim bilir neler yapar? Siz ki barajlar kralısınız. On binlerce insanı iş ve aş sahibi etmiş bir kişisiniz. Gelin bu arkadaşı işten atmayalım. Yıkmak kolay, yapmak zordur. Ben onun kulağını çekerim. Sizden ricam beni bir insanı işinden eden birisi durumuna düşürmeyin” dedi.
O yarım saatlik sürede daha çok şey söyledi ama aklımda kalan bunlar oldu.
En sonunda Demirel, “Peki” dedi ve Enver Abi rahatladı.
“Size de bu yakışır” diyen Enver Abi telefonu kapattı.
Bana döndü, “Oh be! Seni kurtardım…” dedi.
Utancımdan yüzüm kıpkırmızı oldu.
Yanlış anlamayın!..
Utancım; koskoca Cumhurbaşkanı’nın işi gücü bırakıp bir gariban gazeteciyi işten çıkarmak için çabalamasından değil.
Utancım; böyle bir kişiye Enver Abi’yi dil döktürmek zorunda bıraktığımdan.
Demirel halen sağ.
Buyursun, “Ben böyle bir şey yapmadım” desin!
Ortada bir mektup, 4 de canlı şahit var…
Benim İhlas’a kurulan tuzaklar ve Enver Abi’ye yapılan zulümleri yazdığım yazılarıma, küçük de olsa inanmayan bir kesim var.
Buyurun…
Bu olayı okuduktan sonra, daha ne diyeceksiniz?
29 bin çalışanının arasında benim gibi bir kişiye bile bir zarar gelmemesi için kendini ortaya koyan bir insandan söz ediyoruz.
Böyle bir insan bilerek veya isteyerek sizlerin zarar görmesini isteyebilir mi?
Tek bir kişi zarar görmesin diye nasıl çabaladığının canlı şahidiyim.
Emin olun benim yaşadığım sadece küçük bir örnek.
Sizler bizim Enver Abi’yi niçin bu kadar çok sevdiğimizi anlamıyor olabilirsiniz.
Bizim yaşadıklarımızı sizler yaşasanız emin olun siz O’nu bizden daha çok severdiniz.

* * *
Yazılarımda hep aynı şeyi vurguluyorum.
Enver Abi; yaşadığı acılardan, uğradığı zulümlerden ve gördüğü baskılardan hiçbir zaman yakınmadı.
Bunları; değer vermediği bu dünyanın olağan akışı saydı.
Şahit olduğum bölümlerini kaleme almasam, çoğunuzun da bunlardan hiç haberi olmayacaktı.
Bunları öğrenen sevenleri sürekli gözyaşı döküyor.
Onlara bir şey daha söyleyeceğim:
Bugün ağlayan arkadaşlarının gözyaşı toplamı, Enver Abi’nin sağlığında döktüğü gözyaşının yanında denizde damla kalır!
Bu güzel insan, gündüz sürekli güldü ama her gece gözyaşı döktü.
“Bizler üzülmeyelim” diye, ağladığını bile göstermedi.

Sağlığında baba gibi bizleri koruyup kollayan Enver Abi artık yok.
İşin aslına bakarsanız Onsuz bu dünyanın da hiç tadı tuzu yok.

Allah-u Teala bizleri nefsinin peşinden değil
Enver Abi’nin peşinden koşanlardan eylesin ( AMİN)

METİN ÖZER/ HABERVİTRİNİ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir