1989 yılı Kelkit lisesinin son sınıfında idim.Teneffüse çıktığımızda beyaz bir kartal aracın içerisinde kitaplar dolu iki kişi pazarlama yapıyordu.. Diğer öğrenciler gibi bende merakla başına gittim.Kimse bir şey almadı. Orda ki satıcılardan biri bana dönerek çakır(gözlerim mavi) ancak sen alabilirsin dedi. Benim de alacak durumum yoktu.Direk bana hitap ettiği için kırılmasın diye babamın yeni gönderdiği harçlığımıu ona verip kitap kitapları aldım.
İki ay sonra okul bitti.İstanbul´a Mimar Sinan Üniversitesi Tiyatro Bölümüne ön kayıt olacaktım ve iş bulup çalışacaktım. Bir yakınım iş yerinde Türkiye Gazetesi’nde iş ilanlarına bakar iken Türkiye Gazetesi Mehmet Ağa Tesislerine eleman ilanını gördüm. Müracat ettim. İşe alındım; yemekli, yataklı, maaşlı,SSK´lı, taşradan gelmiş vasıfsız bir işçi için bulunmaz bir iş imkânıydı.
Sezon takvim sezonu olduğu için Kopça servisine verdiler.T üm günümüz ayakta geçiyordu.İş yoğun ve zordu. Bir gün çalışan ertesi gün işe gelmiyordu. Zaten çalışan müdürlerin de alt kademesin de masa sahibi olanlar kendi akrabalarıydı. Bunlardan bize yetkili bir makam gelmez ki düşüncesi ile maaşımı alıp ben de ayrılmaya karar verdim.
İşe girişimin dördüncü günüydü. "Herkes elindeki işi bıraksın salona insin, Enver Ağebey sohbet edecek" dediler. Kendi kendimize söylenmeye başladık, "Ne sohbeti, Enver Ağabey de kim biz dinlemek istemiyoruz" dediysek de gitmek zorunda kaldık. Adet yerini bulsun diye de en arkaya oturdum.
Enver Ağebey sohbete başlar başlamaz, "Arkadaşlar sizler makam, mevki peşinde koşmayın. İşinizi Allah rızası için yapın makam, mevki peşinden gelir" deyip, en arkada oturan beni parmağıyla işaret ederek, arkaya dönen herkesin dikkatlerini bana topladı ve ben de utanıp kafamı öne eğdim.
O andan itibaren işten çıkma düşüncesini kafamdan sildim ve içimde, o ana kadar dinlemek istemediğim Enver Ağabey’e karşı bir sevgi oluştu.
İş yeri yemekli yataklı demiştim. Misafirhane dolu olduğu için yeni girenler mescitte yatıyordu. Aynı gün, gece saat on ikide yaşlı bir amca (sonradan öğrendim ki gece amiri Emekli Albay Yüksel Ekinci) bana seslenerek, yataktan kaldırdı. "Üstünü giyin dördüncü kata çık, bundan sonra sen misafirhane sorumlususun. Şimdi git yukarıda uykuna devam et" dedi.
Gündüz Enver Ağabey’in o sözü; gece de bu görevlendirilme beni çok şaşırttı.
Çalışmaya devam ederken bir gün Enver Ağabey tebessümle, "Sen hangi ağabeyin oğlusun" diyerek, sırtıma vurdu. Heyecandan cevap veremedim. Eğer yaşıyorsa Allah selamet versin; gündüz amirimiz emekli Asb. Bçvş Kemal Karasakal devreye girdi; "Babası abi değil, kendisi Gümüşhanelidir, bir yıllık da evlidir efendim. Askerlik yapmadığı için evini getiremedi. Üç ayda bir on gün izne gönderiyoruz.." dedi.
Enver Ağabey birden hiddetlendi; "İmkânımız varken yeni evli bir insanı ayrı tutmak dinen doğru değil!" dedi. Bana da, "Bugün valizini topla Erzurum´a git. Orhan Ağabey’le çalışmaya devam et" dedi. Ben de, "Efendim ben sizi çok sevdim sizden ayrılmak istemiyorum" deyince, Emir Sultan Hazretlerinin bir sözünü hatırlattılar; “Eğer gönlünde ben varsam uzakta olsan bile yanımdasın, eğer gönlünde ben yoksam yanımda olsan bile uzaktasın" dediler ve eklediler: "Bu gemiden ayrılmayın; bırak müdür olmayı, eleman olmayı, bu gemide fare olmak bile yeterlidir."
Erzurum´a gittim. İhlas bürosuna uğradım, "Beni Orhan Ağabey’e götürür müsünüz" dedim ve beni götürdüler odasından içeri girdim ki ne göreyim; aman Allahım iki sene önce okul bahçesinde kitap satan ve bana, "Çakır ancak sen kitap alırsın" diyen abi Erzuruma iki ay önce bölge müdürü olmuş. Orhan Abim, "Çakır sen mi geldin" dedi, sıkıca sarıldı. Sarılıp karşılıklı hasret giderirken, o gün bana kitap satan abini anları film şeridi gibi geçti gözlerimden. Ve Enver Ağabey’in beni neden Erzurum’a gönderdiğini daha iyi anladım…
NOT: 2002_2012 yılları arası İhlas’tan ayrılıp kendi işimi yaptım. Namaz kılmayı, Kur’an okumayı unuttum. Maddi ve manevi her şeyimi kaybettim ancak kafama takılan bir şey vard: Evim Gümüşhane ve Bayburt’a yakın iken Enver Ağabey’in neden beni Erzuruma gönderdiği aklımda soru işareti olarak kalmıştı.
GEMİDEYİM UNUTMA
Seksendokuz yılı kasımn dördü
Bir biletle bindim sizi gemiye
İyi bir kaptandın sürekli derdin
Ayrılanlar yanar sakın unutma…
2002 de indim gemiden önce namaz
sonra kuran okumayı unuttum
Maneviyat dibe vurunca baktım
Maddiyatta bitti battım unutma…
Gemiden ayrılınca daldan dala atladım
Huzuru ha şur da ha burada aradım
Yemekte içmekte tat bulamadım
Bir yıl oldu geldim gemideyim unutma…
Bu dünya sefadan çok cefalıdır senderdin
Azıcık üzülsek bize moral verirdin
Ne oldu da ansızın bizi bırakıp gittin
Gözümüz arkanda yaşlı kaldı unutma…
Yusuf başım derim kaldın aklım da
Beş vakit namaz da dualarımda
Asabı kiramdan Eyüp Sultan da
Zirvelere çıktın sakın unutma…
Türkiye Gazetesi
Gümüşhane İl Temsilcisi
Yusuf BAŞ
(Türkiye "Hoşsada" sayfası / 25 Mart 2013 Pazartesi)