“Fi” tarihinden “İkiz kuleler”e… [09 Ekim 2001 Salı]

“Fi” tarihinden “İkiz kuleler”e…

Siz hatırlıyor musunuz bilmiyorum; ama ben yetişemedim tarihin “fî” zamanına… Fakat yine de çok çok eskilerde kaldığını sanmıyorum, çünkü birşeylerin ne zaman olduğunu her soruşumda babam derdi ki hep;
“Fî tarihinde!..”
Nedir, ne değildir, ben bilmem. İtirazı veya lafı olan gidip babama sorsun, bakın “teey” orda…
…..
Tarihin “fi” zamanı, paranın da para olduğu zamanmış hani…
Hani, tek zeytini tek lokmada yutan “müsrif” gelinlerinin “şööyle bir” endâmını süzen kaynanaların, gayrimemnun ifadelerle çatılmış rastıklı kaşlarını “bööyle” kaldırdığı, ve;
“Vah vaah, batırır bu el kızı, zavallı oğlumu” diye yakındığı vakitlermiş o vakitler… 

Sene mi kaç?..
Nerden bileyim!.. Ama ıslak deniz ile kuru karanın yalaştığı yarı kuru yarı ıslak sahil kumu gibi; birazını hatırladığım, çoğunu anlamadığım zamanlar işte!.. Hani hafızanı şöyle bir karıştırdığında, hatıralar; su şişesinde çalkalanmış zeytinyağı hissini uyandırır ya insanda… Ne diyorum yahu ben şimdi?.. Siz de ne diye sorup duruyorsunuz, “ne zaman ne zaman” diye?.. Bilmiyoruz işte, Allah Allah!.. Söyledik ya, bu konularda biz babamın “yalancısı”yız!.. Biz kim miyiz? Babamın yalan söylemediğinden emin miyiz?..
Üff ama yeter, lüzumsuz itirazlarınızı kesin de, çalalım artık şu çenemizi!.. 

Ne diyorduk?.. Hah;
Ben hayattaymışım, ve ülkede fakirlik de diz boyuymuş… Hayret; diz boyunca fakirlik!.. Bakın, işte ben bunu da hatırlamıyorum… İnanın bak!..
Hii!.. Aklıma ne geldi;
Yeterli beslenememek ile sağlıklı düşünememek arasında bir bağlantı olabilir mi dersiniz?.. Eğer gerçekten öyle ise, kim bilir; gazeteci olup, sizlerle tanışmaya filan da o yıllarda karar vermişimdir zaar… Yani ülkenin yaşadığı sefalet sonucu olmalı!.. Ama bundan da şöyle bir sonuca varmak mümkün ki; yirmi sene sonra genç insanların hemen hepsi benim şu anki işimi yapmaya başlamış olabilir!..
…..
Bu arada da, bir yazarın “nostaljisine” takılıyorsunuz hani şu anda!..
Şu ileri görüşe ve şu fedakarlığa bakın… Aç bir bebek, ve açık… Hatta zannettiğiniz kadar açık ise; tek oyuncağı da… Tek oyuncağı da, ne olabilir ki “parmağı” olma ihtimali büyük olan bir bebek!.. Sen kalk, işte bu halinle, tutup on yıllar sonrasının hesabını yap… Nazar değmesin bana inşallah…
Değil mi?.. 

Dedim ya fukaralık yılları; Boğazı göremeyen arka tepelerden toplanmış yabani bitkilerle doldurulmuş döşekler var altımızda. Bir de, iğneyle kazılmış bir kuyu; bahçemizde…
Ve, şu an karşınızda duran fakîr ise;
Can sıkıntısından, bari bir iş yapmış olalım gibilerden yapılmış dört numara!..
…..
Öyle veya böyle içinden çıkarıldığımız o senelerin İstanbul’u bu halde iken, bir de “uzak bölgelerin” insanları acaba nasıl yaşamaktaydı, bilmiyorum!.. İkibinli yıllarda durum nasıl, bakın şimdi onu da bilemiyorum işte(!)..
Ama, 70 öncesi senelerde, bir tek işçi babanın maaşı ile altı kişilik nüfus birazcık zor geçinebiliyormuş. Ne tuhaf, değil mi?.. Bunun üzerine, babamla annem düşünüp taşınmışlar ve önce eve “uyduruk” bir el makinesi edinmişler. Ve ardından, para biriktirip, bir de “gazete” almışlar…
(Evet evet, gazete… Çünkü o zamanlarda çıkan gazeteler, muhtevaları hasebiyle büyük değer ihtiva edermiş insanların gözünde!..)
Sonra, dikkatle açmışlar gazetenin “işçi arayanlar” kısmını…
……
(Bugün fi tarihlerinde dolaştık, ama yarın varırız sanıyorum ikiz kulelere!..)

——————————————————-

Pizum çöyden haber celdu;
Kami-laze saldirisu
Yavuklisu Fadima’nun pabasina kizan Temal, püyük tud ağacina bağladuğu ipinan sallanup, kendinu Fadima’larun evinun tuvarina çakmuş!..

Stop
Muammer Erkul
09 Ekim 2001 Salı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir