27 Şubat günüydü. Hüzünlü gönlüme bir güneş doğdu. Sonsuz güzellikler diyarından haber verdi. Sâkini olduğum sitenin camisinden sabah namazından dönüyordum. Enver Ören ağabeyimizin vefatının hüznü bütün sıcaklığıyla gönlümdeyken…
Yolum üzerimdeki erik ağacının altından geçiyordum. Dalların arasından bir şey bana gülümsedi gibi geldi. Hava pusluydu ve güneş henüz doğmamıştı. Hayal mi görmüştüm? Yoluma devam edemedim, geri döndüm. Dikkatlice dalların arasına baktım. Gördüğüme inanamadım. Evet dalların arasındaydı, gülümseyen, gönlümdeki hüznü alan. Hem de bir değil üçtü. Ve daha niceleri de gülümsemeye hazırlanıyordu. Erik ağacı çiçek açmıştı Cemrenin suya düştüğü günde. Cemre suya, erik ağacının çiçeği ve söyledikleriyse gönlüme düşmüştü.
Sabah Güneşin doğma, şafak vaktinde yoluma çıkan, tebessüm eden bu çiçek ne söylüyor, neyi hatırlatıyordu?
Mahşerde dirilmeyi, mahşer meydanından ebedi güzellikler diyarına gitmeyi, mutlak Sevgiliye ve O’nu sevenlere kavuşmayı ve bir daha hiç ayrılmamayı…
Bu çiçeklerin verdiği müjde olmasaydı bu hayatın kahrı çekilir miydi?
Bütün kainat, âlemdir, yüce Rabbimizin varlığını, birliğini, sonsuz gücünü bildiren, sonsuz güzellikler ve sonsuz azap diyarından haber veren…
Çiçekler, su, ağaçlar, kuşlar, ışık, sonsuz güzellikler diyarının dünyamızdaki temsilcisi, habercisidirler.
Dünyamızdaki çiçekler, mevsimliktir, kış gelince solarlar, bahar gelince açarlar, dünya güzelliklerinin geçici olduğuna, solmayan çiçeklerin ahirette bulunduğuna işaret etmek için…
Çiçekler, dünya ve dünya lezzetlerinin, ömrün geçiciliğini, ab-ı hayatın (sonsuz hayat suyunun), ebedi güzellikler diyarında ebedi kalmanın ehl-i sünnet itikadında olduğunu söyler.
Vah açan çiçekleri ve onların ne söylediğini fark etmeyen bizlere, bizim neslimizde gelenlere, kâinat denen kitabı okumayanlara, ibret nazarıyla bakmayanlara…
Ecdat, ebedi güzellikler diyarını, bu diyara ulaşabilmek için köprü olan ölümü, sahih olan itikadı, imanı, çiçeklerde, çiçekler içinde de gülde görmüştü.
Çiçeklerin ve gülün hatırlattıklarını, neye âlem olduğunu unutmamak için her yönünü çiçek eylemişti. Cami bahçelerini, mezarlıkları, yolları… Tabi ki evlerinin önlerini, pencere kenarlarını… Bu da yetmemişti. Bacılarımız, analarımız önce gönüllerini çiçek bahçesi eylemiştiler. Sonra da evin dört bir tarafını çiçeklerle oyalamıştılar… Bu da yetmemişti, mendilleri, baş örtülerini gül oyayla süslemiştiler.
Bununla da yetinmemişler,
"Çemberimde gül oya,
Gülmedim doya doya,
Dertleri karıyorum
Günleri saya saya."
Diyerek ebedi güzellikler Ezeli ve Ebedi Sevgiliye, ayrıldıkları sevdiklerine kavuşabilmenin hasretiyle yanmışlar, kavuşma ümidiyle günleri saymışlar, kanatlanmışlardı…
Sevgiliyi sevgiliye kavuşturan ölüm olmasaydı, şafak vakti gülümseyen çiçekler açmasaydı, bu dünyanın karanlığına tahammül edilebilinir miydi?
Halil Delice
haberkuşağı / 4 Mart 2013 Pazartesi
.