Bizim site bir yandan şehre yaslanmış, ama diğer yandan bakınca ufka kadar dümdüz ova… Güneşin doğduğu yerde bir köy gözüküyor, esintili ve berrak havalarda daha sola doğru bakınca Karadeniz kıyısına dizilmiş pek yüksek olmayan dağlar, tepeler seçiliyor…
Bloklarımızın etrafında dönen yol tam 2 bin metre. Sabahları insanlar yürüyor burda, sağlı sollu çimenlerin arasında…
Bazı aylarda sabah sisi yere çöker. Yerdeki insanlar, vasıtalar sisin içindedir ama birkaç kat yukarısı pırıl pırıl güneş…
İşte böyle bir sabahtı. Yeni taşınmıştık… Salonun penceresinden baktım ki, çok hoş bir manzara var…
En ilginç olanıysa, şu ilerideki tarlanın içinde yapılan inşaat; kolon ve kirişleri bitmiş, üstü kapanmış sıra tuğlalarının örülmesine gelmiş…
Buraya kadar her şey normal. Ama şu an yerde sis olduğundan, 12 katlı bu koca binanın alttan 5 veya 6 katı hiç görünmüyor, üstteki katlar ise havada asılı (gibi) duruyordu…
Az evvel yorganının içinden bana baktığını görmüştüm. Gittim, kucakladım kızımı ve salonun camına doğru yürürken;
-Bak, sana ne göstereceğim, dedim…
Gözlerini kırpıştırarak baktı, ve sonra bana dönüp;
-Gördüm, dedi. Evin altını yapıyorlar!..
Böyle ilginç laflar önce beni güldürüyor, ama zaman geçtikçe anlıyorum ki;
Sanki o söz insanlar için söylenmiş…
İnsanlar görüyorsun kalabalığın içinde, hem de aynen insana benziyorlar,, ama bir de bakıyorsun ki; altları yok!..
Önce şapka giydirilmiş başlarına, sonra kaşkol sarılmış boyunlarına, sonra palto ve ceket ve kravat; ama baş yok, boyun yok, gövde yok…
Yahut bunlar var da ayağı yok, bacağı yok yürümesini beklediklerinin…
Büyük bir çoğunluğunda ise, kalp yok!..
Bazen ürküyorum, biliyor musunuz?..
İyi ki sis var, diyorum.
Şöyle hafif bir rüzgâr esip zemine üflese, çıkıverecek gibi geliyor sanki her şey ortaya…
Stop
Muammer Erkul
01 Ekim 2003 Çarşamba