70’li yılların dizginleri!
Seksen öncesi yılların okul çocukları, diken dolu tarlalara salınıvermiştik, çıplak ayaklar ile…
Yabancı ülkelerdeki işçi çocuklarına dönmüştük sanki; dil bilmez ve duyguları ezilmiş… Hem de kendi mahallemizde!..
Birkaç gün öncesine kadar parmakla gösterilen bizler, yeni sınıflarımızın yeni ders kitaplarını ellerimize aldığımızda; patlamış ve havası hızla kaçan lastikler gibi hissetmiştik kendimizi… Kenarlarında bir de "yıldız" görmeye alıştığımız notlarımız, aniden "geçer" seviyelerine düşmüştü!..
Bundan daha da acısı şuydu ki; bizler "samanlaştığını" zannettiğimiz kafalarımızla bu notları "bile" haketmediğimizi düşünecek kadar özgüvenimizi yitirmiştik!..
Dilimiz karmakarışık edilmişti… Zihnimiz karmakarışık edilmişti…
Bizler bir de, kaybettirilen özgüvenimizi sokaklarda arama gafletine de itildik ki, işte ondan sonra hayatımız da karmakarışık oldu. (…dünden devam)
Yine 70’li yıllar. Üç beş kişi, bir arkadaşımızın evine gitmiştik. Çocuklardan biri biraz kültürlü görünmek, biraz da yeni öğrendiği kelimeyi diline alıştırmak için "hayat" yerine hiç durmadan "yaşam, yaşamım, yaşamını…" diye cümleler kuruyordu…
Evdeki büyük insanlar az sonra homurdanarak odayı terkettiler… Ve çok "terbiyesiz, ahlaksız" bulunduğumuz için bir daha o eve girmemiz yasak edildi!..
(Burda bir not ekleyeyim: Şu an 25 hatta 30’un altında olanlar, pek çoğunun yaşı kendilerinden bile ufak olan kelimelerle konuştuklarını bilmiyorlar!.. Ama onların hepsi; bazısı 200, bazısı 2000 yıldır kullanılmakta olan kelimelerimiz yerine 20 yıl önce uydurulan şiirsiz ve ruhsuz hece gruplarının kendi köklerimize ve kendi filizlerimize ne kadar zarar verdiğini ve bu yağmalanmanın da hâlâ devam ettiğini idrak edecek yaştalar!..)
Problemler, sıkıntılar, dertler, engeller, manialar, aksamalar, kasıtlar, hüzünler, ne bileyim bütün ama bütün menfi (olumsuz) mana(anlam)lar, adı "SORUN" olan bitli ve daracık bir tek çuvala dolduruldu(!)..
…..
İmkanlar, fırsatlar, mümkünler ve OLANAK’lar…
Aceleler, çabuklar, hızlılar, telaşeliler ve İVEDİ’ler…
Bu ve benzeri bütün kelimeler biribirine… Karışmayanlara bile şüpheler karıştı. Yani bütün anlamlarıyla "mefhum"lar ve "kavram"lar karıştı!..
Yani, önce dilimiz karıştı…
Sonra aklımız karıştı…
Sonra da her şey birbirine karıştı ki, ne karışmak!..
Toplayabilene, çözebilene aşkolsun…
Nerden mi çıktı şimdi bu konu?..
Bir yazı yazıyordum… Bir cümle kuracaktım…
Önce "kavram" kelimesini koydum oraya. Kavramın neleri içerdiğini, hangi anlamları kapsadığını irdeledim zihnimden!..
Sonra "mefhumun" hangi manâları ihtiva ettiğini… Muhtevasının derin inceliklerini tahayyül etme gayretine girdim…
…..
İki misli zihin yorgunluğu…
İki misli kelime ezberleme güçlüğü…
Biri birinin muadili olmak isteyen, ama bir türlü bunu beceremeyen, biri diğerine alternatif olamayan harf dizilişleri…
Sonra dağıldım, konudan koptum…
Zaten yarım kalmıştı yazı ve bitirmekten vazgeçtim…
Bir saatten fazla zamanım, emeğim, ömrüm ziyan oldu "YİNE"…
İşte o an, gene nasıl beddua etmek istedi canım!..
"70’li yılların dizginlerini ellerinde tutanların dizginleri kimlerin elindeydi?.." sorusu biraz ağır kaçabilir belki, ayıp kaçabilir… Ama sormazsam; "Bu insafsızların vicdanlarının ipleri birilerinin kontrolünde miydi?" diye, yanarım!..
Nasıl canım acıyor!..
Çünkü, hem "kavram"ı hem de "mefhum"u izah edemez hale getirilmiş bir toplumun parçasıyım ben de…
…..
Kavram’ı mı yoksa mefhum kelimesini mi kullanayım diye başlayan tıkanıklık, sadece şu son yarım gün içinde bana saatler kaybettirdi… Bu "dil belası" bize nelere maloldu ve oluyor, düşünebiliyor musunuz?..
…..
70’li yıllardan beri ben ve bizim kuşak hep ama hep ama hep, hep buna yordu kafasını… Bunun karşılığı bu muu, şu mu? Burada o kelimeyi mi kullanmalıyıım, yoksa öbür kelime daha mı bir havalı duruyor?..
Benim sadece bu gün birkaç saatlik emeğime malolan bu kahredici illet;
Her birimizin, günde; bir, ki, üç, beş… dokuz, on… Evet on saniyesine… Yani haftada sadece bir dakikasına kan doğrasa, yılda bir saat yapar ki, bu ülke genelinde 60 milyon saat, iki milyon 500 gün, 6850 sene yapar… Ki bu rakam ortalamanın üzerinde yaşayan tam yüz kişinin ömrü demektir… Yüz kişilik ömür, üç veya beş yüz kişinin çalışma ömrüne tekabül eder…
Gerisini siz hesap edin…
Bulduğunuz rakamları yetmişli yıllardan bu yana geçen senelerle çarpın ve bize ziyan ettirilmiş olan 10-15 bin ömürlük zamanları bulun…
Sonra şuna inanın ki;
"Çernobil’den sızan radyasyonun, dilimize bulaştırılmış olan bu felaket yanında sözü bile edilmez!.."
———————————————————
Seçme mısralar
Mal
Bir ömrün rahatı ve huzuru içindir mal,
Yoksa onu toplamak için olunmaz hamal.
Alın teri
Utanan bir kişinin anlından düşen teri,
Ondaki edeb, hayâ, faziletin eseri…
Sâfir (Yolcu)
Dünya bir han gibidir, biz onda misafiriz,
Dün gelen, bugün kalan, yarın giden sâfîriz.
Cevdet Söztutan
Gülüşün eklenir kimliğine
Gün biter gülüşün kalır bende
anılar gibi sürüklenir bulutlar
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
yarım kalan bir şiir belki de
Aykırı anlamlar arayıp durma
güz bitip sular köpürür de
Kapanmaz gülüşünün açtığı yara
uçurum olur zaman her gece
Her gece yeni bir savaş başlar
acı ses olur, ses deli yağmur
Sığındığım her yer adınla anılır
ben girerim sokağı devriyeler basar
Bir de gülüşün eklenir kimliğime.
Ahmet Telli / Kalbim Unut Bu Şiiri
(Bize Aslıhan Güngör gönderdi)
Stop
Muammer Erkul
17 Ocak 2001 Çarşamba