Etrafında gördüğü hayvanların yaptıklarını taklit eden bir ördek yavrusuydu o…
Kümese tıkılmış tavukların peşinde dolaşıyor… Çöplükteki horozların eşelendikleri yere koşuyor… Ortaya çıkartılan solucanlardan da, civcivlerle birlikte kendisine küçük bir pay kapmaya çalışıyordu.
…..
Günü geldiğinde büyüük bir suyun kenarına düştü yolları.
İnanamadı ördek yavrusu;
Böyle bir şeyin var olabileceğine inanamadı!..
…..
Ama çok da hoşlandı bu sudan.
Yaklaştı; kendisi vardı suyun üzerinde…
“Ben, işte buraya aidim, dedi. Ben sizin hepinizden farklıyım…”
…..
Sonra etrafına bakındı ve büyük suyun üzerinde tıpkı kendisine benzeyen büyük ördeklerin, büyük kazların; büyük salların, büyük sandalların ve hatta büyük bir vapurun bile olduğunu gördü. Suyun üzerindeki vasıtalar, kendi kapasitelerine göre yolcu alıyorlardı.
…..
Sallardan bazıları, üzerlerine birkaç kişi binince ters dönüyor, suya yuvarlananlar boğulma tehlikesiyle karşılaştıklarından can havliyle kıyıya atıyorlardı kendilerini.
Ördek yavrusu şaşkınlık ve hayranlık içinde manzarayı seyrederken öyle heyecanlanmıştı ki, suya düştüğünü bile fark edemedi… Önce ürperse de alıştı ardından ve baktı ki o da durabiliyordu suyun üzerinde. Sevindi…
Kümes arkadaşlarına seslendi sonra;
“Geliin, dedi… Bakın ben de suyun üzerinde durabiliyorum, yüzebiliyoruum…”
Diğerleri geldiler yanına ve şaşkınlık içinde baktılar ona… Gerçekten de kendilerinden biraz farklı olduğunu, suyun üzerinde durabildiğini, yüzebildiğini gördüler. Bu elbette büyük bir avantajdı onun için… Tavuklar tebessüm etti, minik civcivler alkışladı onu…
Ördek yavrusu büyük bir haz duydu bu takdir ve alkışlardan… Göğsü kabararak;
“Diğerlerinden hiçbir farkım yok, değil mi? Orda duran vapura benziyorum ben de, değil mi?..” diye sordu.
“Haklısın… Bizde olmayan, bizden farklı ve bizden fazla bir şeyler var sanki sende” dedi civcivlerden biri.
“Evveet, dedi yavru ördek… İşte görüyorsunuz beni. Nasıl da yüzüyorum. Ben çok özelim… Ben kendi başıma bile geçebilirim karşı kıyıya…”
“Aman, dedi heyecanla, onu uzun süre peşinde gezdirmiş olan tavuk. Sakın haa!.. Bunu aklından bile geçirme. Çünkü çok tehlikeli olabilir senin için!..”
“Niyeymiş o, diye diklendi şaşkın ördek yavrusu… Görüyorsun işte bak nasıl hızlanabiliyorum, bak nasıl dönüyorum, bak bak, şimdi neler de yapabiliyorum… Görüyor musun beni?..”
“Görüyorum tabii ki yavrum… Ama bu kıyıda oynamak ile şu koskoca denizi aşmak arasında o kadar büyük bir fark var ki…”
“Neymiş o fark?.. Suyun üzerinde yüzebilen biri olarak fark mark görmüyorum ben!..”
…..
“Ah benim yavrucuğum, dedi tavuk; üzgün bir ifadeyle ihtiyar horozun yanına gidip, durumu ona da anlatmadan önce…
En azından bir kere binip, içine baksaydın şu vapurun da ondan sonra itiraz etseydin sözlerime!..”
Üzgün bir biçimde ibiğini salladı ihtiyar horoz;
“Eyvah, dedi. Ben de bundan korkuyordum işte… Hadi gidip bakalım şuna.”
“Ne yaptığımı elbette biliyorum, dedi şaşkın ördek yavrusu… Yaptığımdan elbette eminim…
Benim de hiçbir farkım yok sizin şu övüp durduğunuz vapurunuzdan…
Ben karşıya yüzerek geçeceğim…
Ve de hatta sizin hepinizi ben kurtaracağım bu kıyıdan ve öbür tarafa ben geçireceğim!..”
…..
“İnanamıyorum” diye içini çekti ana tavuk. Ve bir damla yaş parıldarken gözünde, boğazına da bir hıçkırık takıldı…
“Evladım, dedi ihtiyar horoz…
Gençsin, heyecanlısın ve belki de iyi niyetlisin…
Lâkin ne gençliğin, ne heyecanın ne de iyi niyetin böyle bir durumda seni kurtarmaz!..
Kim olursan ol, ne bilirsen bil ve hangi kabiliyetin olursa olsun;
Bu güne kadar bizlere değiştirilmeden aktarılmış olan bilgileri terkeder, tecrübeleri inkâr edersen… Ve kendi aklının peşine takılırsan mahvolursun…
O zaman seni kurtaracak kimse de bulunmaz;
Çünkü etrafında gördüklerinin hepsi, kendilerini bile kurtarmaktan aciz olurlar!..
…..
Hadi gel de iş işten geçmeden bizimle birlikte bin şu vapura…
Çünkü bu vapurun kaptanı vaar, tayfaları var…
Kaptanın elinde haritası vaar, pusulası var…
Ve ona bu yetkiyi bir veren, ona bu bilgileri bir aktaran var.”
“Hah hahhaa!.. “ Diye gülerek şöyle devam etti şaşkın ördek yavrusu:
“Sen, bu yaşa kadar yaşadıktan sonra, hâlâ yüzemediğin için böyle konuşuyorsun!.. Etrafındakiler kendi zavallılığını anlamasınlar diye çırpınıyorsun ama boşuna… Bu lafların beni nasıl da kıskandığını gizleyemiyor!..
Utanma, sen de gel…
Hepiniz binin sırtıma da, sizi karşı kıyıya götüreyim… Çünkü ben, elbette sizin övdüğünüz şu vapurdan daha iyi ve daha güçlüyüm!..
Ve elbette aranızdakilerden bazıları bana inanmış ve bu yolculuğa benimle birlikte çıkmaya karar vermiş bulunuyorlar!..”
…..
(…Bu hikaye burda bitti mi dersiniz?..
Yoksa bu hikâye her dönemde yaşanıyor mu her tarafta?..)
…..
Bir fırtına daha kesilir gibi olunca, sallanması azalan vapurun geniş yolcu salonunda, kendisiyle birlikte gelenleri etrafına toplayan ihtiyar horoz, dedi ki:
“Evlatlarım!
Gördünüz mü; o sahilden, sanki yakınmış gibi zannedilen mesafe henüz bitmeden kaç tane fırtına atlattık?..
Şimdi sorarım size, bu gemiye bindiğine pişman olan var mı aranızda?..
Üzülüyorum;
Yolunu şaşıran biri, eğer sormayı gurur yapmaz ve doğru bilenlere sorarsa, yolunu öğrenebilir… Ama, ya aklını şaşıran biri?.. Ya aklını şaşıran birinin aklına uyanlar?..
Allahü teala muhafaza buyursun, hepimizi…
…..
Bizler, evet, yüzme bilmiyorduk;
Ama, karşı kıyıya selametle, güven içinde nasıl geçebileceğimizi büyüklerimizden öğrenmiştik…
“Kendimizi kurtaracak kadar doğru bilgi öğrenmemiz” bize emredilmiştir…
Bilmediğini bilen kişi, öğrenir!
Doğruyu öğrenenin de kurtulacağı umulur!..
…..
Evet, çoğu zaman;
Bilmediğimiz; “bilmek” için bize yetişir!..
Stop
Muammer Erkul
18 Aralık 2000 Pazartesi
Bu da çok çok şifâlı…