AKUT ve umut
Dişlerimiz ve tırnaklarımız “yarın için” bilenmişti çoktan, o gece yatağa girdiğimizde…
O geceyi önceki gece, sonraki günü de önceki gün gibi geçireceğimizi umuyorduk;
Olmadı.
Hayatımızın ve ilişkilerimizin ortasına bir pislik yığını gibi doldurduğumuz bütün öfkeler, kinler, entrikalar, yalan dolanlar, düzenbazlık, sahtekarlık ve yalanlarla doymak bilmez hırslar ansızın yakamıza yapıştı ve sarsmaya başladı bizi; ayaklarımızı yerden kesercesine.
Bütün menkul ve gayrimenkullerimizi 45 saniye içinde ve akıl almaz bir gürültüyle çaldı başımıza…
Uyandık!
Ama günlerce kendimize gelemedik.
Hatta “resmen” koşması gerekenlerin yürümekten bile aciz olduklarını gördük.
O dakika; toplumun ve değerlerinin yıkılmasına rağmen bina edilen ne varsa çatırdadı tepemizde…
Baktık ki; insanmışız,
Ve her yanımız insan doluymuş!
Bilmem kaç tane devlet kurmuşuz; övünüyoruz. Bunun mânâsı bir o kadar yıkılış görmüşüz!
Yani herşey çökebiliyor; devletler, işletmeler, binalar…
Ama en büyük tehlike insanın ve toplumun çökmesi…
Karşılık beklemeden…
Açlığı ve yorğunluğu umursamadan…
İş gücü ve zaman kayıplarını umarsamadan…
Herşeylerini olduğu gibi bırakıp “insan için” koştular…
Sahipsiz ve desteksizdiler üstelik önceleri…
Ve sessizdiler;
Kulakları, görünmeyen bir derinlikte alınan nefeslerdeydi çünkü.
Kimsenin aklına gelmeyince onlara madalya takmak; millet, onların göğsüne en güzel madalyayı, “kalbini” koydu!
Yeni hatırlanmış bir duygu gibi; “millet olmanın onurunu” yansıttı…
Anlatmaya lüzum görmüyorum; AKUT’u ve diğer gönüllü kahramanları tanıyor herkes…
Ama Düzce depreminden alınan ilk görüntülerdeki o adamcağızın feryadı hiç aklımdan çıkmıyor:
“Nerde, diye bağırıyordu…
Nerde AKUT nerde, niye henüz gelmediler?..”
AKUT’un madalyasız, “kurtuluş savaşı kahramanları” hepimize örnek olacak şekilde, millete UMUT oldular.
Onlar takdir edilmeli.
Ardından yeni “umutlar” çıkagelsin diye.
17 Ağustos bir dönüm noktasıdır;
İnsanın ve toplumun doğrulması açısından…
Düşünün!
17 Ağustos, yere düşmüş haldeki “insan ve toplum”un, çöken, yıkılan, yamulan bütün geçicilerin enkazı arasından tutulup yeniden ayağa kaldırılma şuurunun bir tomurcuk gibi patladığı gündür.
17 Ağustos;
“İnsanmışız sahiden!..
Ve her yanımız insan doluymuş!..” Dediğimiz gündür.
Şimdi başka yönden bakalım bir soruyla:
“Kurtuluş Savaşı” ne manaya gelir?..
Ergenekon Destanı; insanları dağların arasından kurtarmanın hikayesi değil mi?..
Haçlı savaşları; insanlarımızı, tek kıyafet içine doluşmuş bir sürü milletin yamyamlarının elinden kurtarmak için yapılmadı mı?..
Kurtuluş Savaşımızın sebebi de aynı değil mi?..
Ha düşman önünden, ha dağlar arasından, ha enkaz altından… Gaye insanı kurtarmaksa kurtuluş savaşlarında;
17 Ağustos’un kahramanlarının boynunda neden “madalyaları” yok?..
AKUT (ve ardından diğerleri) insan için rahat bozmayı, yerinden kalkmayı ve hareket etmeyi gösterdi bize…
Toplum çöküyor, insan dikkate alınmıyor, dediğimiz günlerde hem de…
——————————————————-
Osmanlı’da ev tekstili örnekleri
(dünden devam)
Sedirlerin üstündeki yastıklar çeşitli çiçek desenleriyle süslenir ve kabartma kadife olan Üsküdar ve Bilecik Çarma’sından yapılır. Yapılan yastık yüzlerinin her biri ayrı ayrı dokunurdu.
Genelde göçebe kültürüne dayalı Osmanlılar’da yerleşik düzene geçen halkın evlerinde çok çeşitli ev tekstili ve ona bağlı pek çok aksesuar kullanılmıştır. Osmanlı hüküm sürdüğü ülkelerin el sanatlarından karşılıklı etkilenerek ev tekstili örneklerini çeşitlemiştir. Bu tekstil örnekleri işleme, aplike, dantel (rentene) beyaz iş (delik işi, rişelyö), hesap işi, Antep işi, file işi gibi tekniklerle örtüler yapılmış ve süslenmiştir. Osmanlılar’ın günlük hayatında çok çeşitli ve zengin eşyalar kullanılmış olduğu bilinmektedir. Çeşitli örtüler, yastık kılıfları, perdeler, sandık örtüleri, hamam takımları gibi örtüler yapmışlar ve çok zengin aksesuarlarla süslemişlerdir.
Bunları satan çerçi ve tuhafiyeci gibi meslekler en ufak yerleşim birimlerine kadar yayılmıştı.
Senem Başarır Uğurlu
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Tarih ve düşünce
Deprem konusu daha çook konuşulup duracak. Ama hep bahsedilen eski depremler hakkında geniş bilgi almak isteyenlere bir tavsiyem var…
“Tarih ve Düşünce” dergisinin ekim sayısı…
*Haluk Dursun 212 senesinden bu yana İstanbul’un bütün depremlerini anlatıyor…
*Taha Batur Can, 105 yıl önceki zelzeleye değinmiş.
10 Temmuz 1894 depreminden sonra Sultan II. Abdülhamid Han’a hazırlanan orijinal raporu ve iki sayfa boyunda basılmış o günkü deprem haritasını vermiş.
(Hayret ki, sanki 17 Ağustos 99’un aynısı…)
Başka araştırmalar da olmasına rağmen asıl bu iki başlık bile konuyla az çok ilgilenenler için kaçırılmaz bir değer.
Kaldıysa isteyebilirsiniz:
Tel: 0212 511 75 00 Faks: 0212 528 59 63
Simms dedi ki;
“Bir fethin şartları her zaman çok basittir.
Bir süre çalışın, bir süre tahammül edin, her zaman inanın ve hiçbir zaman geri dönmeyin…”
Stop
Muammer Erkul
30 Kasım 1999 Salı