“Ben cumhuriyetleri”
Kayıt-kuyut yok… Sanki deprem gibi afetler Osmanlı döneminin ortalarına kadar hiç olmamış gibi!
Sankisi bir yana Osmanlı’nın umurunda da değil zaten böyle “şey”ler! Çünkü Osmanlı’nın, elli altmış kilometrelik fay hattı, yahut depremden tesir alan kilometrekareler derdi değil.
Şükür namazı mı kılınacak? Kılınsın…
Küsuf namazına mı durulacak? Durulsun…
Yola devam!
Osmanlı’nın düşünce enginliğine erişebilmek kolay değil; ki hayal bile edemiyorum… Bilhassa fetih yıllarındaki evrenselliği kasıt arayanlardan gayrısı inkar etmiyor.
Şöyle bir dinelip, Atlas Okyanusu’nu gören adamın önünde Marmara Denizi “engel” mi olurmuş?..
Hıristiyan bağlarından geçen yüz bin kişilik bir ordunun ardından sadece kopmuş bir tek salkım görülüyorsa… O salkımın yerinde de, içinde üzümün parası olan kese bağlı bulunuyorsa…
Ve dahi bu asker bile “bir salkım üzümü habersiz satın aldı” diye ordudan atılıyorsa…
Böyle bir bütünü vücuda getiren yüz bin “çıra”lık ordu mevcudu hangi diyarı tutuşturamaz?
Büyük Sahra’dan, kuzey buzullarına; Himayalardan, eski dünyanın batı kenarına kadar her coğrafya bu irfan ve insaf ışığını çağırıyorsa; bu gülsuyu kokan ibrişim kılıçlar nasıl dururdu kınında?..
Merhametle tanışmayanları şefkatle akraba kılmak için dövülüyordu bu kılıçlar… Bu atların nalları “aydınlık taşımak için” dövüyordu ovaları…
Ve bu adamlar; şöyle bir dineldiğinde, üç kıtanın neredeyse tamamını görüyordu…
İşte Osmanlı “bu bakış farkı” yüzünden bölgelerle sınırlı kalmıyordu.
Belli yörelerdeki beş veya on şiddetinde depremler gibi “küçük” hadiseler, kaale alınmaya bile değmezdi ki!..
“Bölge halkı; başımız sağolsun…
Şükredin ki, sizi Cennet’te karşılayacak onbeşbin şehid koydunuz toprağa…
Kalanlar!.. Burayı imar mı edeceksiniz, yoksa Macar topraklarını mı hediye etmemi istersiniz size?..”
Devam etmek…Durmamak…
Ama kıyamete kadar, her şartta!
İşte Osmanlı düşüncesi bu.
Bu da “millet şuurundan besleniyor” olmalı ki; Osmanlı kendini “ben”den sıyırmış…
Ben, Osmanlı bütünlüğü kadarsam, veya bütün Devlet-i Osmâniyye ben isem; bir tek kişilik “ben cumhuriyeti”ne ne ihtiyacım olabilir?..
Belli ki; “ufuklar ötesi”nden, “kızılelma”lardan bahsettiğimi seziyorsunuz..
Osmanlı mantığı bir düşünce biçimidir, bugünkü Amerika’nın becermeye çalıştığı gibi…
Sadece bunda bile olsa aynı fikirdeyiz, değil mi?..
Güzel… O halde bu “şemsiye düşünce”nin kapsamını açmaya lüzum yok…
Bireysel ego ile; sınırlarını okyanusların çizdiği (çok milletli olduğu halde) “bir toplum dimağı”nın muhayyilesini mukayese etmeyi yani…
İşte Ben Cumhuriyeti…
İşte Devlet-i Âliyye…
Geçen gün de bahsi geçmişti bu konunun. Büyük devlet (Devlet-i Âliyye) böyle düşünüyor.
Ama “Ben Cumhuriyeti”ne gelen bir telefon faturası, yandakı “Sen Cumhuriyeti”nden gelen fazla açılmış televizyonun sesi hayatımızı etkiliyor!
“Kale”lerimizi yedi kilit mekanizmalı çelik kapılarla kapatıyoruz… Panjurlar, kepenkler, alarm sistemleri… Yarım dönüm toprak üstünde, üstüste yüzlerce Cumhuriyetler inşa ediyoruz!..
Kısır… İç içe… Karmaşık… Karamsar… Kıskanç… Bencil Ben Cumhuriyetçikleri!
Sonra bir deprem yirmi yatak odasını iç içe sokuveriyor…
Sanal dünyalarımız yerle bir oluveriyor;
Boynuzsuz koçlar gibi toslaşıveriyoruz gerçeklerle.
Ardından, aramaya başlıyoruz, işte, oluşması için hiçbir çaba göstermediğimiz… Esasında bugüne kadar umurumuzda da olmamış olan “büyük devleti, büyük düşünceyi…”
Şey… Tutamıyorum kendimi.
Bir soru sormak istiyorum yine, izniniz olursa;
Devlet-i Âliyye yahut Devlet-i adiyye ne ki? Kim ki?.. Nasıl birşey ki?..
“Bizim düşüncelerimiz”den başka bir oluşummu ki?..
Millet;
Hazır, içimizdeki ve dışımızdaki “ben cumhuriyetleri” toprağa gömülmüşken, sarılmaya ne dersiniz “bir millet”-”büyük devlet” hayaline?..
Var mısınız ufuklara bakmaya, yarınları görmeye?..
Hayallerimizi büyütmeye, büyük düşünmeye ve istikamet çizgimizi “kıyamete kadar” uzutmaya var mısınız?
Not
Bugün leylekler göç ediyor;
Bu milletin, zorda kalan kardeşlerine yardım etmek için nasıl seferber olduğunu duyurmak için uzak kıtalardaki insanlara!..
Stop
Muammer Erkul
28 Ağustos 1999 Cumartesi