Bir bayram hediyesi [11 Ekim 2007 Perşembe]

Bir bayram hediyesi ister misiniz? Okuyun o zaman!
…..
Televizyonun reklâm arasında iki kişi beraber oluyor… Dinlenirken dizinin devamını izliyorlar… Zaman geçiyor. Kadın, koltukta kaykılmış halde, iyice büyümüş göbeğinin üzerinden magazin programlarını izliyor. Akşamları gelen adamla beraber televizyon karşısında yemek yiyorlar. Sonra oturup çay içerken yine televizyon seyrediyorlar. Çoğu zaman da geç saatlere kadar koltuklarda uyukluyorlar… Anne ve baba sesinden daha fazla televizyonun sesini duymuş olan bebek doğuyor bir gün. Lohusayı doğumhaneden çıkarıp hemen televizyonlu odaya alıyorlar… Eve geldiklerinde küçük televizyonu yatak odasına getiriyorlar. Canı sıkılmasın diye, bebeğin yatağını da televizyonun sesini duyabileceği bir yere çekiyorlar… Zaman geçiyor. Sağına soluna yastıklar dayadıkları minik kızı televizyonun karşısına koyuyorlar… Yerken, içerken, oynarken, uyurken her zaman televizyonla beraber yaşıyor bu çocuk… Gündüz annesiyle takip ettiği programların seyrine, geceleri babası da katılıyor… Zaman geçiyor. Mahalle arkadaşları, okul arkadaşları ve sair arkadaşlıklar… Her arkadaşı kendine benziyor, çünkü herkes kendisine benzer arkadaşlar buluyor! Ve her biri ekranda gördüklerini kopyalıyor, ekrandakileri konuşuyor…

Huzur neden tükendi dersiniz?
Doğurup doğurup önüne koyduğumuz çocuklarımızı; kendisine değil de kime benzetmesini istersiniz ki televizyonun?
Anlaşılıyor mu bu kısım: Bir çocuk kitabını okumadan, dersini çalışmadan, dinini bilmeden, ilim öğrenmeden, büyüklerini saymadan hayatı boyunca hep televizyona bakarsa; televizyondakilere benzemeyecek de acaba kime benzeyecek?
Sefahat diz boyu, ısrarla fuhşiyyat empoze ediliyor, rezillik gırla gidiyor, feminizm ise paçalardan akıyor! Herkes bundan şikâyetçi, ama herkes aynısını yapıyor…
Peki hep aynısını yaparken, nasıl oluyor da “farklı” sonuç bekliyor insanlar?
Doğduğu gün televizyonun önüne atılmış bir çocuktan, doğurduğu gün kendi çocuğunu da televizyonun önüne koymamasını beklemek mümkün mü?.. Anne ve babaların, çocuklarından; “kendi yaptıklarını yapmamalarını beklemek” mantığa sığar mı?

Böyle sözlerle yazıyı uzatmayacağım. Yazının başında bir “bayram hediyesi”nden bahsetmiştim… Bu, bir kitap! Madem evlenmenin, yuva kurmanın sebebi huzurdur, daimî mutluluktur… Bunu sunan kitapların okunması lazımdır…
Ben… Eğer… Yarın evleniyor olsaydım… O kişiden şu kitabı okumasını isterdim ilk önce: HUZURUN KAYNAĞI AİLE (Kadın ve ailenin önemi, evlilik ve aile hayatı, çocuk eğitimi…) Mehmet Oruç hazırlamış. Arı Sanat Yayınevi basmış…
Şimdi soruları duyuyorum sanki, sakız çiğner gibi bir ses: “Bu kitap neeerde vaar?.. Emin misiin, iyi gelir mii?.. Çok pahalı mıı?..” Yok yok, sen zaten alma! Çünkü ayağına getirseler bile bu kitabı okumazsın, okusan da zaten anlamak için okumazsın! Çünkü böyle kitaplar kafa içindeki kırışıkları düzeltmeye yarıyor, dışındakileri değil!
Özet olarak benim bu kitaptan anladığım ve tavsiye sebebim şudur:
Kadın; etinden ve sütünden istifade edilen mahlûk değildir!
Kadın, televizyonun gösterdiği “şey” değildir; kadın başka şey demektir, hem de pek çok şey demektir…

Bayram hediyesi, dediğim işte bu kitaptı. Baklavadan yararlıdır, emin olun. Üstelik şekeri, tansiyonu olana bile dokunmaz… Evlilik müessesesinin, aile saygınlığının, yuva huzurunun muhafazasına karşı çıkanlara dokunur sadece!
Benden bu kadar!
Arayan elbette bulur aradığını, mazeret yok bu çağda… İnternet üzerinden bilgi almak isteyenler ise http://www.mehmetoruc.com
adresine bakabilirler…

Stop
Muammer Erkul
11 Ekim 2007 Perşembe

5 yorum

  1. Author

    İsmini gizleyen çok kıymetli bir arkadaş, bu yazının altına İngilizce olarak sövüp kaçmış. (Açılmadı haliyle) Hem de aynı yorumu iki kere göndermiş…
    İnsan neye sebep olduğunu bilemiyor.
    Zaten bunun için “kıymetli” diyorum o arkadaşa, çünkü çok kıymetli bir iş yaptı: Bu eski yazının bütün mail grubuna tekrar dağıtılması gerektiğini hatırlattı. Allah ondan (ve hepinizden) razı olsun…

    Şöyle diyor okuyacağınız yazının bir yerinde:
    “Kadın; etinden ve sütünden istifade edilen mahlûk değildir!
    Kadın, televizyonun gösterdiği “şey” değildir; kadın başka şey demektir, hem de pek çok şey demektir…”
    BİR BAYRAM HEDİYESİ
    http://www.muammererkul.com/stop-ki-mainmenu-2/2007-mainmenu-8/429-bir-bayram-hediyesi-11-ekim-2007-perembe.html

    🙂
    http://www.muammererkul.com
    Twitter: @merkul

    …………..
    (Yukarıda okuduğunuz, gruba dağıttığımız iletiydi.)

  2. Namuslu olan namussuzluğa söver. Namusluluğu anlatan bir yazıya namuslu olan biri sövemez. Allah razı olsun sizden bu kıymetli kitabı tavsiye ettiğiniz için.

  3. Evet, herkese lazım, ama biz hanımlara çok daha fazla gerekli bu bilgiler…
    Eşitlik adı altında ortalığa atıldık. Madem eşittik ve kadının herkesin malumu olduğu şekilde günümüzdeki gibi kullanılması eşitlikti, niye erkekler bütün itibarıyla yerli yerinde otururken, kadın eski usûl umumi helâlardaki pis paçavraya döndü?
    Kaçımızda feminizm pisliğinin bulaşığı yok? Neydi feminizm? Bir kişinin kahrını çekemeyip bin kişinin hela bezi olmak mı? Sözlük anlamı farklıysa da gelinen netice bu!
    Hicran Seçkin

  4. Devam…
    Bir yakın tanıdığım, bir yakın tanıdığını anlatmıştı: Evlenmek üzere olan genç adam müstakbel eşinin meğer “sıfır kilometre” olmadığını öğreniyor. Delleniyor, bocalıyor, vazgeçecek evlilikten… Bir büyüğüne durumu açıyor yine de. Büyüğü soruyor: “peki sen sıfır kilometre misin?” Cevap: “hayır”…
    Yani kendi bilmem kaç defa kadran kırmış olsa bile iş evlenmeye gelince “sıfır kilometre” eş arıyor erkekler! Peki o kilometreye kadar “eskittikleri” ne oluyor? Allah bilir!
    Erkekler “bandrolsüzlüğünün” sefasını sürüyorsa böylesine pervasızca, hayasızca… Kadınlar da “bandrolüne” sahip çıksın azıcık! Azıcık kıyas yapsın, tu kaka deyip koparıldığı nokta ile bugün geldiği/getirildiği nokta arasında! Eğer gerçekten dedikleri gibi “aklımız kıt” değilse, bu kıyası yapar ve doğru sonuca ulaşırız.
    Hicran Seçkin

  5. Devam…
    Şuradaki yazıya veya tavsiyeye sövülmüş epey zaman önce olsa da… “Sövülmüş”, yani büyük ihtimalle bir “erkek” yapmış bunu. Tuhaf, hem de çok tuhaf şey; bir erkek niye söver bu yazıya sahi? “işine gelmediği” için mi? Bilmem hangi tekerine çomak sokulduğu için mi? Burada yazılanlar ve tavsiye edilen kitapta yazanlar, kilometresini eskiteceği kadın sayısını düşüreceği için mi? Bu da yine biz hanımlar için ibretliktir diye düşünüyorum…
    Ellerin de, gönlün de dert görmesin Muammer Erkul abiciğim. Teşekkür ediyoruz; kanayan, azıtan, kurtlanan bir yaramıza parmak basan bu yazın ve kitap tavsiyen için… Hanımlar olarak bizi bizden daha çok düşünüyorsun vesselam. Allahu teala razı olsun…
    Hicran Seçkin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir