Bozkırın taşları ve Üstün hoca [16 Kasım 2007 Cuma]

(Dün çıkan ilk kısımda, Bilge Kağan’ı ve Göktürk kitabelerini anlatmıştık.)

Devletin tv kanalında bir program var: Küçük Şeyler. Yapımcı ve sunucusu; psikolojik danışma ve rehberlik uzmanı Üstün Dökmen. Kendisinin ve çalıştığı yayınevlerinin kitaplarını satın almak ve okumak bir yana, pek çoğunu da tavsiye ettim hatta sattım…
Prof. Dökmen 1954 İstanbul doğumludur ama garip bir aksanla konuşur. Bence bu hal izleyenin anlatılana konsantre olmasına yardımcı olur. Stüdyo yine izleyenlerle doluydu ve hocanın üzerinde Orta Asya mahalli kıyafetleri vardı. Aynı giysilerle (şimdiki Moğolistan topraklarında kalan) kitabelerin başında çekilmiş kendi videosunu da yayınlayarak sunuyordu programını…
Küçük şeyler, biliyoruz ki aslında büyük, iri, kocaman şeylerdir… Ve bir ömür boyu anlatılsa bitmez, doyulmaz ve ekranda görüldüğü gibi ağız açık dinlense, öğrenilse, anlaşılsa yeridir… Fakat bir de sinek örneği var: Küçüktür, ama mide bulandırır!

Orta Asya’nın ortası; onca yol, onca masraf ve dağlar gibi emek… Bu çabalara elbette değer, çünkü tartışmasız çok kıymetli birer belgedir bu dikili taşlar.
Fakat, sayın Üstün hoca hazretleri; üzerilerinde Orta Asya kıyafetleri, eğildiler bu taşın önünde, bel hizasında bir yerinden öptüler… Sonra doğrulup kameraya bakarak şöyle buyurdular ki:
“İyi ki bu taş Osmanlı’nın elinde değildi!.. Bu taş Osmanlının elinde olsaydı, bir caminin temeline taş diye koyardı… Zaten batılılar istediğinde bazı eserleri taş diye verdiler!..”
Kulaklarıma inanamadım!.. Bir akrebin iğnesi geldi de kalbime saplandı sandım!
Kitaplarını okuduğumuz, sattığımız, tavsiye ettiğimiz, insan psikolojisi konusunda uzman, TRT televizyonlarında program yapan bir profesörümüz; bunca yolu sırf bu lafı söylemek için mi gitmişti?..
Koskocaman dağ, parmak kadarcık bir fare doğurdu!

Osmanlının evet hataları vardı, arayanların tespit edebileceği kadar… Zaten hatası olmasaydı yıkılmazdı… Fakat arayanların bulup, cımbızla tutup getirdiği bu hatalar nasıl hatalardır ki; insanoğlunun bütün zulmü, ihaneti ve akıl almaz işleri bırakılarak sadece bunlar göz önüne konur?..
Bu talihsiz laf-ı güzaf Türk’ü kayırmak için söylendi ise; Göktürkler de Türk Devleti idi, Osmanlılar da Türk Devletiydi… Bu muhtemel hata (yani bu taşın, cami yapımında kullanılma ihtimali) nasıl bir “günah” idi ki; son 600 yıldaki bütün sevaplarımızı bastırıyordu? Hem de işlenmediği halde, hem de kitabeler işte orada durduğu halde!..
Adının başında “prof” yazan adamlar cevap vermeli: Asya’nın ortasına dikilmiş üç taşı övmek için, üç kıtaya üçer milyon taş dikmiş bir medeniyeti böyle basit laflarla aşağılamaya çalışmak hangi akla sığar?..
Milliyetçiler nerede; sen bizim 600 yılımıza nasıl hakaret edersin, demiyor?..
Maneviyatçılar nerede; sen acaba Osmanlı’ya İslam devleti olduğu için mi dil uzatıyorsun, demiyor?..
Tarihçiler nerede; eğer Osmanlı sahip çıkmasaydı, yeryüzünde taş üstünde taş kalmazdı, demiyor?..
Haberciler, gözlemciler, coğrafyacılar nerede; Osmanlının diktiği eserleri, camileri, sarayları, kaleleri, köprüleri, anıtları ve hatta mezar taşlarını bile bütün düşmanları yüz yıldır yakıyor, yıkıyor, siliyor da bitmiyor, demiyor?..

İnanın ben çok utandım!
Bozkırın ortasına dikilmiş 3 metre 80 santim boyunda ve üzerinde 71 satır yazı bulunan kitabenin önünde eğilip öptükten sonra doğrulup; “Osmanlı’nın eline geçseydi bunu bir yapıda taş olarak kullanırdı” demek… Ve sanki bu lafı söylemek için oraya gitmiş durumunda görünmek… Bu eserin oraya dikilişinden sonra yaşanmış olan 1200 yılın 600’ünde hüküm sürmüş bir cihan imparatorluğunu, bilemediğim bir sebeple aşağılamaya çalışmak, benim idrakim dâhilinde değil…

Stop
Muammer Erkul
16 Kasım 2007 Cuma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir