Büyük kırılma(!) [21 Ağustos 2000 Pazartesi]

Büyük kırılma(!)

Derin bir hayalkırıklığı duydum; Gölcük’te başlayıp Kaynaşlı’da biten “Büyük kırılma”da hayatını kaybedenler adına…
Yakınlarını kaybedenler adına…
Ve “ortasından kırılan bu ülkede” umudunu kaybedenler adına…
Deriiin bir hayalkırıklığı duydum…

Düşündüm; Diyanet, acaba nasıl akıl edememişti böyle bir “vazife”yi?..
Yılmaz Başkan, depremin yıldönümü haftasında, başına basın ordusunu toplayıp (elbette çok düşünüp çok kafa yorduğu); “Din görevlilerine yeni imaj” konusunu gündeme getirmişti.
Ama insanlar onun ağzından “çok daha mühim bir açıklama” bekliyordu aslında…
Duydum… Dediler ki:
En az bir yakınını bıraksaydı betonların altında, durum farklı olurdu!..
Değil mi?
Çünkü geçen sene (tam da bu sıralar) toprağın altında veya toprağın üstünde kalanların hiç umurunda değildi “imamların yeni imajı”…
Öyle değil mi?..
Bu hafta gündeme getirilmesi gereken konu, herhalde; depremde ruhunu teslim eden kardeşlerimizin sene-i devriyeleri olmalıydı…
Doğru değil mi?

Ne olurdu, Diyanet İşleri Başkanı çıksaydı ortaya da; devlet adına, hükümet adına, bağlı bulunduğu bakanlık adına… Yahut bu ülkenin bir adamı olarak kendi adına deseydi ki:
…..
“Kardeşlerim!..
Bu gece bütün Müslümanlar olarak hepimiz, depremde hayatını kaybetmiş olan kardeşlerimiz için birer Fatiha okuyacağız…
Biz de müftülükler vasıtasıyla bütün camilerimize ricada bulunduk; bu gece yatsı namazını müteakiben memleketimizin her camisinde en az birer Yasin-i şerif okunacak…
Ayrıca zelzelenin ağır darbesini alan 7 şehrimizdeki merkezî bir camide birer hatm-i şerif ve mevlid-i şerif okunacak…
Bu çağrımızı bütün İslâm âlemine de yaydık, ki oralardan da katılanlar olacaktır.
Bundan maksadımız; bu gece, geçen yıl kaybettiğimiz kardeşlerimizin ruhlarına “EN AZ YETMİŞ MİLYON FATİHA, EN AZ YETMİŞ BİN YASİN-İ ŞERİF VE EN AZ YEDİ MEVLİD VE HATM-İ ŞERİF” yollamaktır…”
…..
Olurdu, değil mi?
Hem de iyi olurdu!..

Birilerinin çıkıp öncülük etmesi gerekiyor, Başkanım… Bunun için en yakışan isim de malum, sizsiniz…
Yol gösterici birinin telkin ve tavsiyelerini bulamayınca insanların neler yaptığını ve yapacağını bizlerden iyi biliyorsunuz… Ya ortalığı mumlarla donatıyorlar, ya korna veya zurna çalıyorlar… Ya da; “Şöyle yapsaydık, böyle yapsaydık” diyerek sabahlara kadar havanda su dövüyorlar!..
Bir gerçek var ki, o da şu: Bu depremde 15 ila 45 bin arasında kayıp verdik.
Kurtuluş Savaşı’mızdaki zayiatın bile en az on misli demek olan bunca insan bizden ne televizyon tartışması yapmamızı, ne mum yakmamızı, ne de otomobil kornası çalmamızı bekliyor…

Sayın Başkanım… Lütfen bu konunun hassasiyetini unutmayalım ve bu arzuyu en azından gelecek yılın 17 Ağustos gecesinin programına alalım…
Ne olur…
…..
Not: Sizler de sadece beklemeyi seçmeyin… Ajandalarınızın sayfalarına şimdiden not alın; o gün yaklaştığı zaman gerekli kişilere bunu hatırlatabilmeniz için…

———————————————————

Tozlu defter
(Gölcük kaç yaşındaydı kim bilir… Ama Elif Akan ve Tuğba Kahyaoğlu onyedi yaşındaydı 17 Ağustos 1999 gecesi… Çok şeylerini yitirdiler o gece, çok şeylerini… Bir umutları kaldı yanlarında, bir de toza bulanmış defterleri…)
Merhaba Can,
Yeniden bir deftere başlamak, Can diye de kaldığım yerden devam etmek çok ama çok garip. Sadece şimdi aklımdan geçen herşeyi yazacağım. Ve elimden geldiğince yinelememeye çalışacağım.
Pazartesi yine herzamanki gibi sakin bir geceydi. Tuğba, Burak, Enez, Murat ve ben Tuğbaların terasında oturup yıldızları seyrettik. Askeriyedeki devirdaim törenlerinde havai fişekler atıldı. Onları seyrettik. İnanılmaz bir huzur vardı. Gökyüzü bembeyaz martılarla öylesine doluydu ki, içimize anlam veremediğimiz bir kuşku düştü. 11 gibi ben eve gittim ve yattım. Sonra ablamın:
“Korkma ablacım tamam mı, deprem oluyor!..” Demesiyle uyandım. Uzun bir sarsıntıyla ev çöktü. 4.5 saat göçük altında kaldım, annem babam ve ablamla beraber. Dışarı çıkar çıkmaz Tuğba’yı gördüm karşı kaldırımda. Ve Fatma teyze’nin bağrışları dolduruyordu sokağı; “Cananıımm! Cemaliiim!..”
Şimdi, “Amerikan çöplüğü” denen çadırkentte sefil hayatı sürüyoruz dedemlerle, daha önce Saraylı’daki çadırkentte psikoloji servisinde kreş öğretmenliği yaptım. Orda başladı yeni arkadaşlıklar. Uzun uzun konuştuk ağladık. Sonuçta gidenlere olan özlemimizi dile getirdik. Çok ama çok özlüyorum.
Uyku ilaçlarıyla yatıyorum. Uyuyamamak delirtiyor. Anlatamıyorum o kadar karışık ki!..
25 Eylül 99 Cmt/Elif
DEVAM EDECEK

Stop
Muammer Erkul
21 Ağustos 2000 Pazartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir