Geçen zamanın hep gözleri sıcak ve elleri yumuşak gelir bana…
Çünkü elleri yumuşak, gözleri sıcak olanlar kalmış dünlerden, ve de hep bakışlarıyla elleri gönlünden ısınanlar kalacak yarınlara!..
Kanlar; kuruyor…
Canlar; uçuyor…
Gözleri sıcacık bakabilenlerin, yumuşak kalpleriyle ortaya koydukları eserlerse bugüne kalmış, ve yarınlara kalıyor;
Yenileriyle birleşerek!..
…..
Eserin nerde?..
El ve eserden uçan sözümüz, başka ele, esere konsun bir kuş gibi…
…..
Eski evlerde el şeklinde kapı tokmakları vardı bilirsiniz.
Hatta bazı evlerde iki tane olurmuş bu tokmaklar; biri büyük, biri küçük…
Gelen misafir, erkek ise büyük el ile kapıyı çalar, evin beyi açarmış kapıyı. Kapı küçük el ile vurulduğu zaman ise, evin hanımı açarmış…
Ne ince bir düşünce, öyle değil mi?..
Bu hâl; nezâketin hangi boyutu?..
Nezâhetin kaçıncı derinliği, ve hatta artık yabancısı olduğumuz nasıl bir nezâfet?..
İncelmeyen, gönüllere girmiyor!..
Peki, şimdilerde, acaba neden köşe başlarından bağırılıyor pencerelere? Niye kapıları tıklatmak gelmiyor akıllara, veya zillere dokunmak?..
Daha da önemli olan soru, şu: Yanlışlarda olduğumuzun,,, farkında mıyız?
Yine de, ümit;
Günebakan çiçeği gibi yüzümüzün hep güneşe dönük kalması…
Zaten yüz çevirsek güneşten, biliyoruz ki; önce kendimiz yok olacağız!..
Hadi, kalkıp yüzümüzü yıkayalım ve gülümseyelim aynalara.
Çünkü orda yansıması var tebessümlerimizin…
…….
Nezâket: Naziklik, incelik, zariflik. Kaba olmamak, edep, terbiye.
Nezâhet: Nezîh olma hali, ahlak temizliği, saf ve temiz olmak. Kötü, istenmeyen hiçbir hareketi olmamak.
Nezâfet: Temizlik, paklık…
Stop
Muammer Erkul
29 Haziran 2003 Pazar