Korktum, duyduğum zaman; karanlığın içinde bir bina yanmış, sana yakın bir yerde…
Korktum; karanlık cayır cayır yırtılmış ve çığlık çığlığa!..
Sen, uyuyormuşsun aslında;
Sevinsem mii, üzülsem mi!..
Görmediğin,, belki de görüp bakmadığın için ağarmamış bir kuytunun karanlığında kalmış olan konak tutuşmuş orta yerinden…
Tene düşen kezzap gibi, yahut; cana düşen sevda gibi düşmüş sokağa ateş, ve savrulmuş kıvılcımlar karanlıktaki geceye!..
Korktum. Korktum duyduğum zaman; sana yakın bir sokaktan çatırtılar geldiğini… Korktum; korkabileceğinden!..
Ama sen, uyuyormuşsun zaten; duymamışsın bile, görmemişsin…
Bilemedim; sevineyim mi, üzüleyim mi?..
Aşk “cana” düşmüş;
Tene kezzaap yaraya tuz gibi yahut bir yaralı konağa ateş gibi…
…..
Yaramsın!
Dediler; kırk yıldır boş bir konaktı bu. Konan uçtu, gelen gitti, giren çıktı…
Dediler; yanan, acılarıdır bu konağın…
Acılar, kandilin yağı gibi dibinde birikmiştir; duvarlardan süzülmüştür aşağı, nem gibi ve ter gibi…
Dediler; şu isli ve kararmış yüzündeki her çizgi bir dilin yarasıdır, yarin hatırasıdır…
Ve şöyle dediler:
Her konak, henüz kökleri dünyaya sarılmış bir çam ağacıyken; reçinesini kendi emer topraktan!..
…..
Yani soru büyüktür;
Ateş midir yakan, yoksa odun mudur kendini çatır çatır yanmaya hazırlayan?..
Ve dediler, ve dediler, dediler;
Ama ben…
…diyemedim!
…..
Çıra: Çam ağacının çabuk yanmaya elverişli yağlı yeri. Aydınlatmak için yakılmış çıra.
Çırağ, çerağ: Mum, kandil gibi ışık veren şey, ışık vasıtası.
(Türkçe’nin Sözlüğü / Prof. Dr. M. Yelten, Prof. Dr. M. Özkan-B.K.Y.)
Stop
Muammer Erkul
08 Ekim 2003 Çarşamba