Biz bir an önce büyüyüp kendilerine benzemiş olmak için çok yemek yemiş, yine kendilerine benzemek için şööyle koltuk kabartmış, kendilerine benzemek için güreşmiş, koşmuş, yüzmüş olduğumuz… Bıyıkları bile inceden inceye çıkmaya başlamış olan abilerse sorduğumuz zaman ne derlerdi biliyor musunuz?..
"Ahh bi Osmanlı akıncısı olsaydık… Baksanıza her gün bi prenses götürüyolar!"
Bakardık ellerindeki mecmualara (ki o senelerde bazı mecmuaların üstünde "dergi" yazmaya başlamıştı) ki, hiii!..
Önce dergiye sonra da sağa sola bakardık; tanıdık manıdık kimse geçiyor mu sokaktan… Hani biri görür de, bizim "tarihî roman" okuduğumuzu başkalarına anlatır diye aklımız çıkardı!..
Korku da değildi aslında bahsettiğim bu duygu; hicap’tı…
(Kelimenin güzelliğine bakar mısınız şimdi; hicâb…)
Benzemeye çalıştığımız abiler akıncılara benzemek için iç geçirdikçe kafamız karışır; doğrularla eğriler iç içe girerdi zihnimizde. Osmanlılar bizim dedelerimizdi. Büyüklerimiz onların muhteşem hikâyelerini anlatırken bize… Bizler de bıyıklarımızın orman gibi çıkmasını, pazularımızın nah şöyle gelişmesini beklerken, atımızın yardığı hava boşluğuna sinip ve basıp mahmuzu, bir saat içinde vardığımız Macar ovasını macar peyniri gibi dilim dilim doğradığımızı hayal ederdik!..
Bu çizgi romanlardaki bütün kahramanlar bize benzerdi; yakışıklı ve cesurdular. Bilirdik ki; bu hafta uçurumdan düşerken bir çalıya takılsalar, haftaya bugüne kadar orda öylece aç susuz kalırlar, ama yeni dergiyi aldığımız an, bir şey olur ve kurtulurduk… Şey, kurtulurdu yani kahraman…
Biz onlardık veya onlar bizdi!.. Sanki Avrupa prensesleri de… Yani, kafeste birer güvercin gibiydiler bizim için!..
Çoğumuzun çocukluğu ve delikanlılığı, bazı sarhoş ressamların çizdiği; "Avrupa saraylarındaki kuştüyü yataklarda prenses götürme" hayallerini okumakla geçmedi mi?..
Çizen de, çizdiren de, bu ülkenin sahipleri de biliyordu elbette bunların tamamen uydurma olduğunu…
Ama bizler bilmiyorduk!..
Yer ile göğü birbirine kenetleyeceği umulan fidanlar gibi serpilsek de; zayıflayan köklerimiz dallarımıza kâfi gelmediğinden, özlenen birer çınar olamıyorduk!..
Çok uzun yıllar sonra şunu öğrendik: Osmanlı, meğer o sarhoş ressamlara çizdirildiği gibi "olmadığı için" Osmanlı idi!..
Biz, uzun yıllar sonra öğrendik bunu, ama o kadar çok arkadaşımız öğrenemeden kaldı ki!.. Çünkü hemen ardından Berlin’deki "Utanç Duvarı"na benzer bir kalın çizgi çektiler insanlarımızın arasına, bir yanda kalanlara sağcı, diğer yanda kalanlara solcu dediler… İşler de fikirler de taksîm edildi, ki; (neticede hepimizin olan) dedeleri savunmak sağa düştü!..
Düşünüyorum da şimdi; akıncıların çizgiromanlardaki edep dışı maceralarını savunanlar kimlerdi?.. Bilmiyorum, belki bizlerdik. Yani, gizliden gizliye çizgiroman okuyanlar!..
Geçenlerde TGRT’de bir program başladı, sabah 9.30’dan 10.00’a kadar sürüyor. Adı: ÇINARALTI… Habersiz olanlar kayıptadır, ve ayıptadır!..
Ben, ki bir zamanlar çok kez simit parasını Babıâli yokuşunda, yerlere serili eski basım R.E.Koçu kitaplarına vermiş… E. Erşenkal ve rahmetli İ. H. Konyalı’nın tipo gazetelerdeki yazılarını kesip saklamış olan çocuk… Eğer o zamanlar yayınlansaydı bu program; içer, yutar, hücrelerime tıkardım…
İsmail Yağcı beyefendiye, ölçülü ve derin tarihî birikimini bizlerle paylaştığı için hepimiz adına teşekkür ediyorum.
Stop
Muammer Erkul
10 Mayıs 2002 Cuma