“Bir zamanlar sen beni kızdırıyordun!..”
…..
Hatırlanan doğru mu?
Evet…
“Kızdırıldığını” söyleyen, demek ki ciddi ciddi kızmaktaymış bir zamanlar!..
“Bir zamanlar sen beni kızdırıyordun!..”
Aslında bu lafı kimin kime dediği; senin mi bana, benim mi sana sarfettiğim hiç önemli değil.
…..
Ama gizli kalmış, bilinmeyen…
Veya aşikâre, meydanda olan bir gerçek var burada, o da şu:
Tabii ki, “kızılan da kızmakta” o vakitlerde!..
Öyle değil mi?
İlk akla gelen şudur, böyle “geçmişe bağlı” durumlarda:
Suçlanan kişi “ARTIK” suçlayanı kızdırmaktan vazgeçmiş…
Doğru mu?
Doğru…
Yanlış mı?
Yanlış…
…..
Çünkü günün birinde bakıyorsunuz ki; parmak izinden tesbit eder gibi teşhis ettiğiniz “gerçek” başkası!..
Geriye dönüp bir bakıyorum; uuu uh!.. Hayatımın yarıdan fazlası birilerine kızarak geçmiş?..
…..
Sonra, günün birinde başka bir “formül” öğrendiğimi farkediyorum:
Mecbur kalmadıkça, gerekli olmadıkça kızmamak…
…..
Ve galiba ilk defa düşünüyorum bunu…
İlk defa “elbette değerli olan” kızmalarımı boşa harcamamak geliyor aklıma…
İlk defa “bu konuda da” kendimi takdir edebileceğimi farkedip, soruyorum:
“Mecbur kalmak, ne zaman?..
Gerektiği an ne vakit?..”
İşte o zaman önümde bambaşka bir boyut açılıyor… Görüyorum, farkediyorum;
Demek ki karşımdaki insanlar değilmiş “değişmiş” olan; benmişim, ben…
Demek ki karşımdaki insanlar hâlâ, aynen eskisi gibiymiş aslında…
Demek ki aslında “seçimini yapmış olan” benmişim, kendim bile anlamadan.
Demek ki ben; “ben istemediğim zaman hiç kimsenin beni kızdıramayacağını” öğrenmişim bu arada…
YANİ;
İki yol var gene önümüzde.
Hep iki yol var!..
Bizler her zaman iki yoldan birini seçmek zorundayız.
…..
Birinci yol:
BENİ GENE KIZDIRIYOR…
İkinci yol:
BU, KIZMAMA DEĞER Mİ?
…..
Bu pencereden hangi yönü görüyorsun, “doğu”yu mu?..
Peki, gel şimdi öbür tarafa geçelim; “batı”yı göreceksin!..
Ocak ayından sonra Mayıs’ın gelmediğine çok kızıyordum bir zamanlar…
Ocak biliyordu kendisini kimin takip edeceğini.
Mayıs da kimden sonra geleceğini biliyordu…
Bu durum Şubat’ın Mart’ın ve Nisan’ın hiç umurunda değildi…
Diğer aylarsa ilgilenmiyorlardı bile konuyla…
Ama, ben;
Mayıs’ın Ocak’tan sonra gelmeyişine deli oluyordum!..
Sonra bir şeyler oldu bana…
Dedim ya, bir gün geriye dönüp baktığımda gördüm ki; hayatımın yarıdan fazlası birilerine kızarak geçmiş…
Ve günün birinde “gerekli olmadıkça kızmamak” formülünü öğrendim…
Ve ilk defa düşündüm ciddi ciddi bunu…
İlk defa “elbette değerli olan” kızmalarımı boşa harcamamak geldi aklıma…
İlk defa “bu konuda da” kendimi takdir edebileceğimi farkedip, sordum:
“Mecbur kalmak, ne zaman?
Gerektiği an ne vakit?..”
…..
Ve galiba ilk defa, ömrümün büyük bir bölümünü götürmüş olan “olur olmaz durumlarda, sebepli sebepsiz kızmalardan” vazgeçtim.
İyi mi ettim sizce de?..
Şimdi, ne vakit; “Bir zamanlar sen beni kızdırıyordun!”a benzer bir laf duysam, aklıma ben geliyorum.
Aslında insanların “o zaman da şimdi de aynı” olduklarını düşünüyorum hep. O zaman kızdığım şeylerin aslında şu an da yapıldığını düşünüyorum.
Ayrıca kızmanın, sonuçlara sandığım kadar tesir etmediğini düşünüyorum.
Ve düşünüyorum ki; her zaman önümde iki yol vardı ve her zaman da iki yol var…
Kızmak hayatî bir belirti elbette.
Kızmamak ise normal bir durum değil…
Ama insana yakışan;
“Ne zaman kızacağına karar vermek” galiba.
…..
Ne zaman kızacağını bilenler ise; zora ve güzele talip olanlar, değil mi?..
Bu yazı da zaten; “hayatını, daha özel bir çizgi” üzerinde yürümek isteyenlereydi…
Stop
Muammer Erkul
13 Temmuz 2000 Perşembe
Bu yazı da zaten; “hayatını, daha özel bir çizgi” üzerinde yürümek isteyenlereydi…
…..
Çizgiden çıkmadan yolu tamamlamak dileğiyle.
GÖLÇİÇEĞİ