‘Opera deyince İtalya’ya gittiğinizde İtalyan operaları, Almanya’da Alman operaları, Rusya’da Rusların kendi operaları esastır. Önceliği kendi uluslarının eserlerine verirler. Kendi dilleri, kendi hikayeleri, kendi olayları. Neden Türkiye’nin Türk masallarından, müziklerinden, danslarından oluşan bir opera repertuarı olmasın? Başka ülkelere biz, Türk operası olarak Türkiye’nin renklerini, müziklerini sunalım. Bizim balımız bizim çiçeklerimizden olur. Biz sizi taklit ediyoruz, sizin eserlerinizi söylüyoruz mu diyelim? Operayı ne kadar bizden yaparsak o kadar sevdiririz.’
Bu sözleri, 3 Mayıs akşamı AKM’de galası yapılan "Deli Dumrul" operasının bestecisi Sabahattin Kalender söylüyor. Ne zaman İstanbul Opera ve Balesi Müdürü değerli dostum Mesut İktu ile sohbet etsek aynı şeyleri konuşuruz. Gala davetiyesini aldığımda, Genel Müdür Remzi Buharalı sayesinde son zamanlarda yıldızı parlayan operanın başarısını İstanbul’da bu sezon da devam ettiren Mesut İktu’nun yerli eserlere yol açılması Kalender’in temenni ettiği şekilde Türk operasının gerçekleştirilmesi konusunda ne kadar ciddi ve kararlı olduğunu görüp sevindim.
Deli Dumrul’un metnini 1957 yılında Suat Taşer yazmış. 1958 yılında da Sabahattin Kalender bestelemiş. Eser, neredeyse yarım yüzyıla yakın bir süre sahnelenmemiş. Konservatuvar’da öğretim görevlisi olarak çalıştığım sıralarda sık sık sanat sohbetleri yaptığımız bestekâr Selahattin İçli dostum bana insanların oduğu gibi eserlerin de bir kaderi olduğunu söylemişti. Ne kadar doğruymuş!
Türkçe’nin İlyada ve Odysseia’sı değerinde olan Dede Korkut Hikayeleri içinde en ilgi çekicisidir. Deli Dumrul hikayesi. Çoğumuz onunla okul kitaplarında tanıştık, bir dere üzerine köprü kurup geçenden otuz, geçmeyenden kırk akçeyi döve döve alan Deli Dumrul, bir daha unutmamacasına, gönlümüzde sıcacık bir yer etti. Operada ilk anda o sıcaklığı hissedemiyorsunuz ama iyi niyetle yapılan çalışmanın ortak hafızaya gönderdiği mesajı algılıyorsunuz, salondan ayrılırken ilk gençlik yıllarınızda bilinçaltınıza kazılan o güzelim deyişleri gayriihtiyari mırıldanmağa başlıyorsunuz:
"Göz açuban gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
Koç yiğidim, şah yiğidim…"
Bir anda yüreğinize ılık ılık duyguların aktığını hissediyorsunuz. İşte sanatın gücü… Operadan çıktığınızda yenilenmiş oluyorsunuz.
İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin sanatçıları her zamanki gibi yaptıkları işe inanarak, severek, milim milim disipline uyarak oynadılar. Müzikte yerli motiflerin çok az kullanılmış olmasını (sadece bir tek dans sahnesinde vardı) yadırgadım.
Başta Mesut İktu olmak üzere bütün emeği geçenleri kutluyorum. Türk Operasının dünya operalarıyla yarışacak düzeye gelmesini dileyerek her zamanki gönül sözümü tekrarlıyorum: "Hayatı anlamlı kılan sanatçılar… İyi ki varsınız!"
Stop
Muammer Erkul
13 Mayıs 2003 Salı