Demek; sana ne! [25 Eylül 2009 Cuma]

Sultan Süleyman Han, bir gün devletinin ihtişamına baktı. Üç kıtaya yayılmış, okyanusları tutmuş Osmanlı’nın yıkılma ihtimalinin olup olmadığını merak etti. Birkaç satır yazıp; derin âlim ve büyük evliya Yahya Efendiye gönderdi.
Hem uzun hem de geç beklediği cevap, iki kelime olarak hemen geldi!
Sadece “Bana ne!” yazıyordu kâğıtta.
Peki, bu ne demekti? Kısa zamanda buluştular:
-Cevabı anlayamadım, dedi cihanın sultanı Kanunî… Sözün sırrı nedir?
-Bana ne, sultanım dedi Yahya Efendi. Devletin yıkılmasının sırrı; “bana ne” anlayışıdır. İnsanlar böyle dedikçe şüphen olmasın ki gümbür gümbür yıkılır bu koca devlet!

Nihayet, öyle bir noktaya gelindi ki; işgalci İngilizler başkent İstanbul sokaklarında yürürken, imparatorluk insanları “bana ne” diyordu.
“Nasılsa Osmanlıya bir şey olmaz; nasılsa Padişah bir çaresini bulur; ben ne yapabilirim ki yapılacak olanı başkaları yapsın” diyerek dükkânlarını açıyorlardı!
Şu soru vicdanlara: Devlet-i Âliye “bana ne” ile yıkıldı da, şimdi bizler ne demekteyiz?
Bu ülke, bu bayrak bizim. Daha önemlisi bu itikad bizim. Ülke geri alınır ama; inançla, itikadla…
İşte onu korumak, çaldırmamak vazifesi de bizim!..

Çare “bana ne” dememek ama neden hep “başkaları demesin” diyorsun!
Nasılsa yazar bunları biri, nasılsa basar, nasılsa dağıtır kitapları, nasılsa okur birileri” diyorsun!
İşte böyle diyordu yıkılan imparatorluğun insanları da!

Soru: Acaba o zaman mı daha çok işgal altındaydık, yoksa şimdi mi?
Soru: Harekete geçmek için önce ölmeyi mi bekliyorsun?
Soru: Ellerinden imparatorluk alınanlar “bana ne” diyerek üç kuruşun peşine düşüyordu. Şimdi durum daha kötü; çünkü inancın çalınıyor! Çeneni ve keseni açmak için hangi zamanı bekliyorsun?
Yüz sene sonra nasıl anılmak istiyorsun?

Stop
Muammer Erkul
25 Eylül 2009 Cuma

8 yorum

  1. Bu kadar derin konuları, bu kadar az cümleyle, böylesine güzel anlatabilmeniz gerçekten muhteşem!
    Ne diyelim, okuyanlara afiyet olsun 🙂

    ŞAHİKA ATEŞ

  2. Kısa ve öz; ama yerinde ve hoş anlatım.
    Daha ne denebilir ki…
    Hay, ağzına sağlık.

    ABDULLAH ÇAĞRI ELGÜN

  3. Aklıma daha önce yazdığın bir yazı geldi, galiba adı bir adam dı, yada öyle bir şey. Herkes kendi üzerine düşen vazifeyi yapması gerek evet, ama belki de kimse ne yapması gerektiğinin farkında değil. Hep bizi kim kurtarır diye bekliyoruz, bekliyoruz kuzular gibi çoban bu sefer bizi nereye göyürür diye. Otlağı beğenmedikmi de çobana kızıyoruz. Ama kimse elini taşın altına koyup da ben de varım demeyi düşünemiyor sanırım. Umarım, ümidederim ki “bana ne” değil de “bilmiyorum”dur sorun.
    Ve yine umarım ki, farkeder, yeni baştan başlarız kendimiz olmaya.
    SAYGIYLA.

    YILDIZ

  4. “Kalemine sağlık” demeyi unuttum.
    KALEMİNE VE YÜREĞİNE SAĞLIK.
    İYİ Kİ VARSIN.
    Bulunmaz yürek…

    YILDIZ

  5. Gerçekten de ne kadar çok “bana ne”ci olduk. Bizler bunu aşıp birazcık “bana ne”cilikten kurtulsak, bu defa da en yakınlarımız bile “sana ne” diyor!
    Yoksa bende mi problem var diye dönüp kendine bakası geliyor insanın…
    Vatan müdafaası için cephelere çağrılıp milletçe uyandığımız günler çoook gerilerde kaldı. Artık ben ben, fert fert silkinmemiz, bana ne’cilikten kurtulmamız gereken günler.

    Harika bir yazı, harika bir konu, harika bir sesleniş abiciğim; kalemine, yüreğine sağlık.

    KARANFİL

  6. Yazarın birine sormuşlar; “bizim gazetede köşe yazarı olur musun” diye.
    Yazar; “uzun yazarsam 5 altın alırım; kısa yazarsam 10 altın alırım” demiş…

    FATİH KARAGEDİK

  7. Hepimiz aynı şeyi düşünmüşüz bu yazıda.
    Az ve öz…
    Maşallah diyeyim de nazar olmayın:-)
    Kaleminize, yüreğinize güç kuvvet versin Mevla. Devamını nasip etsin.

    GÖLÇİÇEĞİ

  8. “..yüz sene sonra nasıl anılmak istiyorsun…”

    yazının son değil ilk cümlesi aslında… Bunu okuduktan sonra başladı çünkü anlatılmak istenenlerin farkındalığı…

    Muammer abi…
    Sen bir lütufsun!

    MERYEM / YALOVA

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir