Hadi bin sırtıma gidelim… Olmaz!
O zaman bırak bacağımı, gideyim… Olmaz!
Peki ne olacak?.. Hiç!
Sen şunu istiyorsun: Yolcular senin başında oturup gözyaşını silecek, başını okşayacak, tekrar ve tekrar ve tekrar ve tekrar anlattığın aynı hikâyeyi dinleyecek… Ve bunları başkalarına anlatışlarında sana şahitlik edecek… Ve sonra tekrar; hadi beni de götür buradan, diyecek ve sonra gelmeye hazır değilim, diyecek ve sonra tekrar ağlayacak ve sonra tekrar başını uzatacak okşayasın diye, veeee saire!
Bize kızmak yasak!.. Bizim işimiz bu!.. Hep tebessüm edeceksin, hep…
Gel gidelim! Olmaz… Bırak gideyim! Olmaz… Peki ne olacak?.. Hiç!..
Hiç; olan bir şey değil, olmayan bir şey! Hiç, oldurmak değil, oldurmamak gayreti!.. Hiç, yürümek değil, yürütmemek çabası!
Ne yapalım?.. Hiç!..
Yani tekrar konuşurken ve tekrar anlatmaya çalışırken ve tekrar anlamaya çalışırken ve bütün gidişlere karşı tekrar ayak diremeye çalışırken; ömrü heba etme zulmeti, hiç!..
Kuyunun dibindesin…
Geceleri, üç tane yıldız görüyorsun kuyu ağzında… Bunlardan ikisi, içinde oturduğun karanlık suda yansıyor… Avuçluyorsun suyu; “bak, işte elimde yıldız var”, diyerek… Fakat bana sesleninceye kadar akıp gidiyor avucundan, ne su kalıyor elinde, ne yıldız!.. Sonra yine gözyaşların karışmaya başlıyor, kuyu suyuna!..
Bense senin avucundaki yıldız akislerini görmek için, bir gökyüzü dolusu yıldıza sırtımı dönmüş oluyorum!
Söylemekten, dilim posta döndü: Kuyuda otururken, yürüyemezsin!
Tut şu ipi, bağla beline!.. Olmaz, işim var, uğraşamam şimdi…
E ben altı ay daha mı bekleyeyim; kafam karanlık kuyunun içine uzanmış halde seni görmeye çalışarak, sana seslenmeye, sesini duymaya çalışarak?..
-Bekleme sen de…
-Peki ne yapayım?..
-Yanıma gel, beni sev, beni yalnız bırakma; yoksa beni burada böcekler yer, mahvolurum!..
İnsan, neden perişanlığına ortak bulmaya çalışır; meyhanedeki müptelalar gibi?..
Gelmen mi doğrudur benimle, bizimle, kervanla birlikte; yoksa beni, bizi, hatta kervanı kuyuya doldurmaya çalışman mı?..
Yazık ediyoruz zamanlarımızaa, çok yazık!
Yolun ilerisi çok güzel… Ya atla sırtıma, taşıyayım seni; ama sesini çıkarma, kulağımı ısırma, başıma vurma, üzerime kusma sana yedirilmiş bütün zehirler ile ekşi yemekleri…
Ya da bırak bacağımı, gideyim; eğer gelmeyeceksen, bu halinden memnunsan, ve zaten hayalin bu idiyse!..
Hep duyarız; delinin biri kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz…
Sen, asıl şuna cevap ver: Biri kuyuya atlar, içine oturur, ben çıkmam ama beni çıkar, der!..
O zaman ne yaparsın?
Stop
Muammer Erkul
01 Kasım 2007 Perşembe