Merkebî vîlemih, yelle siyâc’ül
Mürekkeb atmeha, halbi si yecül.
Intûrâb inâbatn yi’mûhn güyân gûyl
Gusn ğussa bî’llemih, şecvâ bülûb’ül.
Mürekkeb atmeha, halbi si yecül.
Intûrâb inâbatn yi’mûhn güyân gûyl
Gusn ğussa bî’llemih, şecvâ bülûb’ül.
9 Mayıs 1429 günü yazılmış bu dörtlüğü ben ancak şöyle açıklayabilirim:
Çünkü mürekkep izinin ona neler dediğinden habersizdir.
Hâlbuki ona hiçbir şey anlatamayan yazının zerreleri toprağa geçip karıştığında;
Otlara bile feyz olur da işte bu ilhamla renklenen, kokulanan, şekillenen güle bakarak şakır bülbül…”
“Eşek, mektubu da önündeki samanlarla birlikte yer…
Çünkü mürekkep izinin ona neler dediğinden habersizdir.
Hâlbuki ona hiçbir şey anlatamayan yazının zerreleri toprağa geçip karıştığında;
Otlara bile feyz olur da işte bu ilhamla renklenen, kokulanan, şekillenen güle bakarak şakır bülbül…”
Ne olağanüstü bir ifade, öyle değil mi?
Rivayete göre:
Fakat bundan da önemli olanı; bu satırların ne için, hangi hâdise üzerine kaleme alınmış olduğunun, bize ulaşan ipuçlarıdır. Yazan kişi, “en azından ilmine saygılı olunmasını” hatırlatan bir âlim olsa gerek.
Rivayete göre:
“Benim kelimelerimin ilk dokunduğu kişiler; şu karşımda duranların ana babalarının da ana babalarıydı. O günlerden bakıyordum ve bugün şu karşımda duranların köklerine su verdiğimi biliyordum” dediği aktarılıyor bu erbâb-ı kalemin. Ve sanki bir yangın harlamasına benzeyen sözünün devamı ise yine şöyle geliyor:
“Fakat işte şu karşımdakilerden bazıları, alay için bana bakıyor ve sadece elbisemi görüyor, saçımı görüyor, derimin çizgilerini, dişimin eğriliğini görüyor… Yine de ben yüzümü kendilerine dönüyorum. Onların gözlerinden; kucaklarındaki bebeklerin ergenliğine ve torunlarının geleceğine bakıyorum. İstikbale bal şerbeti uzatmaya çabalıyorum…”
Dikkatinizi çekmek istiyorum. Kışın soğuğunda, küçük bir tırnak boyundaki kara çekirdeğe bakıp; yazın sıcağında kesilecek yeşil karpuzun içinden çıkacak kırmızı, serin lezzeti gören kişilere ne çok ihtiyacımız var günümüzde de…
Fakat “tımar edilirken ısıran, çifte atan hımar gibi hamlara verilen kıymet, acaba zamana yüklenen hamallık mı?” diye sormadan da edemiyorum.
Bu son cümle benim şahsî yorumumdu, pek dikkate almayın. Çünkü ehl-i irfan kırılsa bile kırmayı, yüze çarpmayı düşünmez. Fakat onların da aramızda birer nimet olduğunu unutmamamız lazım. Çünkü her nimet gibi şükrünü yapamaz, kıymetini bilemezsek, korkarım ki elimizden alınabilirler!
Stop
Muammer Erkul
muammer.erkul@tg.com.tr
24 Mayıs 2013 Cuma
Gazetemiz MAKALELERİ YAZARININ SESİNDEN DİNLEME uygulaması başlattı…
Alttaki oynatıcıya tıklayarak yazımızı dinleyebilirsiniz:
{mp3remote}http://video.tg.com.tr/Resources/Audio/573968.mp3{/mp3remote}
.
.
“Çünkü ehl-i irfan kırılsa bile kırmayı, yüze çarpmayı düşünmez. Fakat onların da aramızda birer nimet olduğunu unutmamamız lazım. Çünkü her nimet gibi şükrünü yapamaz, kıymetini bilemezsek, korkarım ki elimizden alınabilirler!”
Ne kadar âlâ bir ifade… eyvallah.. ilmin değerini sahaf bilir… hikmeti erbabı anlar.. ferasetli olan hayatı derinlemesine yaşar… vesselam… kelam-ı kibarınızın tesiri artsın inşallah.
Nejla Sakarya
Evet, üzerime aldım bu yazıyı… Karşıma çıkmışsa; gözüm görmüş, kulağım duymuş, dilim okumuşsa eğer bunun bana söylediği birşeyler vardır, bundan almam gerekenler vardır ki karşıma çıktı, diye düşündüğüm… Ve düşünemediğim zaman da kendimi zorlayıp düşünmeye ve almam gerekenleri almaya gayret ettiğim herşey gibi…
Bu yazıyı da üzerime aldım, evet. Ve bu satırları yazan kalemi bunca zamandır okuyan, istifade eden, üzerimde bu satırların sahibinin ödenmez hakları olduğunu bilen biri olarak yerin dibine geçtim… :'(
Hicran Seçkin
Devamı…
İstikbaline bal damlatılan, fakat bundan haberi bile olmayan üç-beş kuşak geride kalacak o gamsız ced-cedde olmaktan utandım…
Bir yandan da sevindim, kökünün saldırışına aldırış etmeden dalına, meyvesine su veren böylesine güzel insanlar olduğu için… Bacaklarına tekme savurmakta olan adamın kucağındaki çocuğa şeker vermek gibi…
Bizler yaptığımız şeylerin karşılığını almak için kısacık zaman bile tahammül edemezken, kendinin olmayacağı zamanlara güzellikler yollayabilen güzel insanlar olduğu için…
Ve yine üzüldüm bin kez daha, gözleri ufukların ötesine bakan ve oralara yatırım yapan, bu uğurda gecesini gündüzüne katan bu güzel insanlara yapılan/yaptığımız vefasızlığa…
Ne diyeyim, Mevlam versin mükafatınızı, Onun hazinesi bitmez-tükenmezdir ve her iyiliğin karşılığına yetecek güzellik vardır içinde… Vefasız insanların kendine hayrı yoktur ki bir kuru teşekküre dahi dilleri dönsün…
Hicran Seçkin
Ağabey bu gece rüyamda rahmetli Necip Fazıl’ı gördüm. Bulunduğum yere davet edilmiş, teşrif edip gelmiş oluyor. Fakat yanımda bulunan insanlar hiç ilgilenmiyorlar. Bir tek ben peşinde pervane olmak için çabalıyorum. Ama o büyük insan üzülüyor, sitem ediyor. Ben ona yapılan saygısızlığa zaten üzülürken bu sitemle daha çok üzülüyorum. O insanların çocuklarının hatırı için kalması gibi bazı şeyler söylüyor, belki çocukları kıymet bilen insanlar olur diyorum kendilerine. Orada bulunan insanların çoğunun evinde belki kırk-elli sene önceden kendisinin Çile kitabının bulunduğunu, bu saygısızlığa varan ilgisizliği benim de anlayamadığımı söylüyorum. Ama üzgün ayrılıyorlar oradan…
Hayrolsun inşallah. Bugün de vefat yıldönümleriymiş. Mekanları cennet dereceleri âli olsun.
Sizin bu can acıtan yazınıza çıktı galiba. Cenabı Allah bizleri siz büyüklerimizin kadir ve kıymetini bilenlerden, nimete şükreden kullar eylesin. Kalbi hürmet ve muhabbetlerimle…
Alperen
Yangın harlamasına benzeyen o sözün harlayan alevi genzime kaçtı da sanki, okuduğumdan beri yutmaya çalışıyorum…
Fatma
Birkaç gün aradan sonra yazıyı tekrar okuyunca birkaç cümle daha yazmak istedim…
Görüşü miyop(!); iki adım ötemizi görmeyen, bakmayan, düşünmeyen insanlar olduk. Düşünen insanlar da anlaşılmaz oldu böyle…
Mevlâm, ufkun ötesini gören aydınlık varlıklarınızın eksikliğini göstermesin abiciğim… Ve bizleri de sizlere benzetsin…
Gönül dolusu sevgi ve selamlar…
Hicran Seçkin