Elması, görmek… [29 Nisan 2012 Pazar]

Ömrümün büyük kısmını “ressam bilinerek” geçirdim.
Ve köşemiz başlamasaydı hep öyle gidecekti…

Şimdi birkaç örnek vereceğim ki, bazı elmas parçaları nasıl toprak yığınlarına karışıyor… Yahut işin uzmanları, bir elmas pırıltısını nasıl hemen seçip ayırabiliyor, anlaşılsın diye.

İlkokuldaydık. Benim iyi resim çizdiğimi gören arkadaşlarım, başka sınıftaki bir çocuktan bahsetmişler, meraklanmıştım. Artık hep onu izliyordum: Her teneffüste başına toplanan hayranlarının defterlerine, bilinen çizgi roman kahramanlarından hareketler çiziyordu. Hem de ne çizimler: Tam karşıdan bakılan bir kılıcı, ince ve kısa bir çizgi halinde gösterebilmeyi kaç çocuk becerebilir!.. Yaz tatilinde de görüyordum onu. Hiç üşenmez, pek konuşmaz ama isteyen olursa hemen bir yere oturup, dakika geçmeden bir çizgi roman sahnesini çiziverirdi.
Büyüdük.
Cam veya tekel fabrikalarından birine işçi girmiş, diye duydum.

Askerde ise bir acemi gelmiş, belki birkaç nöbetten kurtulmak için gayet iyi portre çizdiğini belli etmiş, bir daha da üst devrelerinin elinden kurtulamamıştı. Çocuk son günlerinde hiç nöbet tutmamıştı ama dağıtıma gittiği saate kadar, gece gündüz ve uykusuz hiç durmadan resim çizmiş; bölüktekiler bir yana, onların aile fertlerinin bile portrelerini bitirmek zorunda kalmıştı.
Dağıtım yapıldı.
Bir daha eline kalem-kâğıt aldığını sanmıyorum!

Ziyan olan kabiliyetlerimiz sayısızdır. “Bunlardan ne kadarının gün yüzüne çıkarılabildiğinin” hesabıdır, dertlenmemiz gereken!

Cağaloğlu’nda bir matbaa.
Kenarda, kâğıt artıklarına çizilmiş resimler.
“Kim yaptı bunları?” diye soruyor uzman kişi.
“Bobin taşıyan şu çocuk” diyorlar…

İşte o gün; “Hemen onu benim ofisime gönderin!” sözüyle hayatının yönü değişen “kâğıt bobini taşıyan çocuğun” ismini buraya açıkça yazamıyorum, çünkü bugün o, en ünlü ressamlarımızdan biridir!

Özeti şudur:
Bu toprak bizim toprağımızdır, fakat asıl kârımız; içinden çıkarabildiğimiz elmaslardır!

 

Stop
Muammer Erkul
muammer.erkul@tg.com.tr
29 Nisan 2012 Pazar

 

3 yorum

  1. Çok güzel. Kim olduğunu merak etmedim açıkçası ama hikayesi ibret verici.

    İnsan, her yeni günde yeni bir şey, farklı bir olay veya bir harikuladelik olacağını ümit eder dururmuş. Bugün olmadıysa yarın, yarın değilse sonraki gün…

    Kapasite varsa ve bunun yüzde çok çok azı değerlendiriliyorsa… Yazık… Hele insan bu haksızlığı kendi kendine yapıyorsa çok çok yazık…

    SENA FENA

  2. Etkilendim bu güzel yazınızdan, Kıymetli ve pek değerli abiciğim.
    Çok uzun yıllar önce bir şiirimde şu dörtlük vardı.
    İnsanın hayatına yön veren Kader’se
    İsyan ediyorum kapıldığım hevese
    Hayır, heves değil bu aşk,değil vesvese
    İki gönül bir olup, birbirine gitse.

    Ne olursa olsun sizin o zat’tan bahsettiğiniz gibi, Ayarlı Hasan Abinin nakaratı aklımıza düşüyor. Bu böyle. İşin diger tarafında ise, insan olarak ben demeden, biz diyebilmek. Güzel dinimizden ve ceddimizden gelen hasletlerimizdeki “yardımcı olmak” özelliğimizi yaşatmak.

    İLYAS ÇAYLI

  3. Herşeyden önce kişi kendi içindeki elması görmeli ki, elmas avuçlarında görülebilsin değil mi abiciğim? Dilerim bütün değerlerimiz o kağıt bobini taşıyan çocuk kadar şanslı olsun.
    Sevgi ve selamlar:)

    HİCRAN SEÇKİN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir