1985 yılında güzel bir mayıs sabahıydı. İşe biraz geç kalmıştım.
İşyerinde olmam gereken sabahın 9.30’unda Fatih’teki evimden çıkmış, Yavuz Selim yokuşundan aşağıya, Fevzi Paşa Caddesi’ne iniyordum. Oradan 90 numaralı Draman-Eminönü otobüsüne binip işe gidecektim.
Yokuşun başında iken Enver Ağabeylerin arabasının yaklaştığını gördüm. Arabayı Erol Sevdi Ağabey kullanıyor, Enver Abim de önde yanında oturuyordu. Makam aracında oturur gibi arka koltukta değildi.
Gülerek bana el sallayıp geçtiler. İşe gecikmiş olduğumdan dolayı rahatsız olabilecekleri hiç hatırıma bile gelmedi. Zaten yüzündeki sevgi ve şefkati görünce kimsenin hatırına gelmezdi.
Ama o da ne?
Araba yaklaşık 50 metre aşağıda durdu. Arka fren lambalarının yandığını gördüm. Yüreğim küt küt atmaya başladı. Araba yokuş yukarı geri gelmeye başladı. Tam yanımda durdu.
Enver Ağabey açma kolunu çevirerek camı açtılar ve gülen yüz ile:
– Mehmedim biz havaalanına gidiyoruz, diyerek devam ettiler.
Yüzüm kıpkırmızı oldu, yüreğim pır pır etti. "Enver Abi gazeteye gidiyor ama beni arabaya almadı" diye içimden geçmesin, kalbim kırılmasın diye bu inceliği göstermişlerdi.
Islak gözlerle arkasından okuyup üfledim. Annemin her evden çıkışta bize yaptığı gibi…
Mehmet Söztutan