Kendimizin "eskimiş" olmasını kabul etmek bile güzel; o eski 10 Kasım’ların artık eskide kaldığından bahsederken!
Biz çocukken yaşadıklarımıza, büyük inkılapçı, yenilikçi, çağı yakalama sevdalısı Atatürk’ün razı olacağını hiç bir zaman zannetmem/zannetmedim.
Hep şuna inandım ki; çocukları çok sevdiğini ve bu ülkeye aşık olduğunu her fırsatta işitip okuduğumuz Gazi Mustafa Kemal Paşa; eğer bu ülkenin çocuklarına eziyet eden lanetlik adamları görseydi, hiç tereddüt etmeden kılıcını çeker, tüfeğini doğrulturdu…
..cümlenin devamını getirmeyeyim!..
İlkokula başlamıştım.
Şiir okuyacak olanlar ayrılmıştık; her birimizin ellerinde birer sayfa kağıt. Üzerlerinde şiirler yazılı:
"Hemen ezberleyin, yarın törenlerde okuyacaksınız!.."
Akşam ve sabah, bir yandan dolaşıyor bir yandan tekrarlıyorum:
…..
Yıl otuzsekiz, 10 Kasım Perşembe,
Hatırdan çıkmayacak bir sonbahar…
Sarsılıyor İstanbul, yedi tepe;
Yaman esmiş Dolmabahçe’de rüzgâr!..
O sene İstanbul’da değiliz ama geçen seneyi ve bir önceki seneyi gayet iyi hatırlıyorum, hattta unutmam imkansız:
Paşabahçe-Beykoz arasındaki tepeler uğulduyor. Sanki yerden ses fışkırıyor ve gökyüzüne çarpıp tekrar başıma çarpıyor!..
Başka ses yok; tek ses var, sadece ve yalnızca aynı ses…
Vapurlar iskelelerde durmuş; bütün otobüs ve otomobiller o an her nerede iseler durmuş; bütün insanlar yürürken ve koşarken öylece, oldukları yerlerde durup kalıyorlar…
Sadece "derin saygı" değil hissedilen, buna "şiddetli korku" da eşlik ediyor!
Her sene her günün karakteristiği vardır, hava genellikle bir önceki senelere benzer:
O durgun, rüzgarsız ve güneşli sabahın 09’unu 5 geçe, Beykoz Deri ve Kundura, Paşabahçe Şişe ve Cam, ayrıca Tekel Fabrikalarının çok kuvvetli ses çıkabilen sirenleri, Büyükdere-Çubuklu ve Emirgan-Beykoz arasında gölleşen suda görülen bütün vapurların düdükleri, bütün otobüs ve otomobillerin kornaları hep bir anda, dalga dalga yükselmeye başlıyor…
Meydanlarda kimse yürümediği için yerlerdeki güvercinler de ürküp havalanmıyor.
Bir kedi ağır ağır karşıya geçiyor ama tık desen kaçacak kadar tedirgin!
O günkü idrakimle kavramaya çalışıyorum: Belki sadece bizim semt, belki diğer semtler de, belki bütün İstanbul, belki bütün Türkiye, belki bütün dünya; o anda sanki Etnoğrafya Müzesi’nin taş duvarlarının rengine ve soğukluğuna bürünüyor!..
Bütün bedenler kıpırtısız, bütün suratlar ifadesiz kalıp, gözler matlaşıyor.
Bütün nabızlarda mutlaka farklılaşma oluyor!
Bir çocuk "anne, ben çok korkuyorum" diyor.
Annesi ise hiç kıpırdamadan, sadece çocuğun elini sıkarak "ssst" diye çıkışıyor!..
Hiç kimse bir tek dakikanın ne kadar uzun olduğunu bilmiyor normal hayatta, anlamıyor!..
Herkesin ve her şeyin sustuğu bir zamanda, aynı anda bütün korna ve düdük ve sirenler dalga dalga yükseliyor sahilden yukarı doğru, sonra Gümüşsuyu sırtlarındaki pirenliklerden, Karlıtepe’nin başındaki ormanlara doğru yükseliyor…
…..
Asla anlatamadığım ve zaten detaylara girmediğim ve zaten çok kısa kestiğim o eski 10 Kasım’ları yaşamamış olanlar, bu duyguyu asla anlayamayacak!
Bu, sanki iğne olacakmış, sanki dişini çektirecekmiş, sanki doğum yapacakmış, sanki anneni mezara gömecekmiş, sanki deden mezardan çıkacakmış arası tuhaf duygu, asla onlara anlatılamayacak!
Elimde kâğıdım.
Bahçenin yol boyundaki duvarı ile evin indirmesi arasında kalan kısmındayım.
Yarınki törenlerde okumak ödeviyle elime verilmiş olan şiiri tekrarlıyorum…
…..
Gerçek olmaz, olsa olsa bir düş;
Dokuzu beş geçe Atatürk ölmüş!
Böyle toptan bir yas nerde görülmüş?
Ağlıyor dağlarda kurtlar kuşlar…
…..
Ağlıyor dağlarda kurtlaaar, kuşlaaar…
Karlıtepe’den Vasilin Dere’ye indiği söylenen çakalları, Harmantepe ağaçlarındaki kuşları hatırlıyorum; fabrikalardan, vapurlardan, bütün vasıtalardan yükselen korna, düdük ve siren seslerini hatırlıyorum; kulakları sağır seslerle tekrar ürperiyorum…
Ve kurtların, kuşların üzgün duruşları, hıçkıra hıçkıra ağlayışı gözlerimin önüne geliyor ve ben de onlarla beraber, onların ağlayışına, hem de nasıl ağlıyorum!
(…isteyen olursa devamını da anlatırım)
Atatürk’ü anlamamış ya da anlayamamış, Atatürk’ü sadece bir yerlerden ezberlemiş zihniyetler, kaybının acısını ve hatıraların yaşatılmasını bile yanlış yaşattılar bizlere senelerce. Bahsettiğiniz seneleri yaşadığım için iyi anlıyorum. Yapılmış muhteşem işleri öğretmek ve devamını getirecek nesiller yetiştirmek çok önemli. Yeni nesle ezbere işler yaptırmak yerine sahip olduğu tarihin onurunu farkettirerek gerçekten o hissiyatı oluşturmak gerek. Tespitlerinizi bizlerle paylaştığınız için teşekkür ederim.
Abim sen yarım bırakmazsın hiç bir yazını, bilirim ki devamını da yazarsın…
Teşekkür ederim hassasiyetin için.
Saygılarımla.
İstiyoruz Muammer abi özellikle biz genç nesil olarak senin yazdığın her cümleye muhtacız. Allah seni bizden bu siteden eksik etmesin. (amin)
NURGÜL
Devamını bekliyoruz.
AYŞE
Aynen katılıyor ve devamını bekliyoruz.
Abi bana M. Kemal ile ilgili yazı lütfen gönderme. Onunla ilgili çok yazı, döküman var…
Eline sağlık. Gerisini de anlat.