Fıstık 2 [08 Mayıs 2005 Pazar]

Geçen hafta bugün size köpeğimden ve yine aynı yazıda, başka bir şehirde yaşayan arkadaşımdan bahsetmiştim. Bir haftadır eğer benimle olsaydınız, inanın hayret ederdiniz; bu yazıyla ilgili olarak kaç defa arandığıma…
Sevindim de aslında diğer yandan; demek ki köşemiz okunuyormuş…

O yazıyı kaçıran varsa, hatırlatayım tekrar:
Yavru bir köpeğim var, “Fıstık” adında… Kendisine yasak olan tel örgünün ardına geçip haşarat ölülerinden yemiş. Fakat bunlar zehirli olduğu için kendi de zehirlenmiş… Onun halini sabah gördüm; bir yandan zehir kusturulup diğer yandan temiz süt içirilmese, ilaçlanmasa, sanırım kıvrana kıvrana ölecekti…
O gün onunla uğraştığım için, daha gece yarısı telefonuma gelen mesajı ancak öğlene doğru görebilmiştim… Şu tesadüfe bakın şimdi:
Uzaktaki bir arkadaşım; benim yavru köpeğimin, yasak bölgeye girerek kendini zehirlediği saatlerde; telkinlerine aldandığı bir kilise bekçisinin peşine takılarak kilisedeki ayine katılmış, dilek dilemiş, mum yakmış ve hatta papazın vaazını dinleyip bir de ona kendini kutsatmış!..
Bahsi geçen yazı, üst üste yaşanan işte bu iki olayı anlatıyordu…

Gelin bakalım dostlar; şimdi hayret etme zamanı!.. Şaşırma, donakalma, hatta dehşete düşme zamanı!..
Hazır mısınız sarsılmaya?.. Dinleyin öyleyse:
Bir hafta boyunca, sayısını ve isimlerini hatırlayamadığım kadar çok kişi tarafından arandım…
“Fıstık ne oldu? Köpeğin yaşıyor mu?” Diyordu her biri… Beni şaşırtan, üzen, kahreden ise şu oldu:
Hiç kimse “o arkadaşı” sormadı!.. Bir kişi bile!..

Halbuki Fıstık sadece bir köpek yavrusuydu… Ama diğeri; bir insan evladıydı, bir Müslüman çocuğuydu!..
Köpeğim en fazla ölür giderdi bu dünyadan; merak ve hatasının cezasını çekerdi…
Ama Allah korusun, ya arkadaşımın kalbi kararırsa, gönlü ölürse; belki yaşayacağı kadar dünya hayatını yaşar… Ama işte asıl ondan sonra çekmeye başlardı; dünyadaki saf merak ve cahil hatasının cezasını… O zaman, o zaman buna nasıl dayanılırdı?..

İşte buna inanamıyordum! “Tık, tık, tık” diye kapıları çalıyordum ben o gün… Diyordum ki: “Köpeğime ve arkadaşıma hem de aynı saatlerde zehir bulaşmış!..”
İnanamıyordum; herkes şu küçücük itin durumunu soruyordu da bana, hiç ama hiç kimse bir telefon açmıyor; “arkadaşın ne halde” demiyordu…
“Onunla konuştun mu bugün, ne söylüyor”, demiyordu…
“Bir Müslüman evladı, arkadaş hatırı için kiliseye gider mi; oyun olsun diye vaaz dinler mi, eğlenmek için kendini kutsatır mı?.. Bu güne kadar kimse söylememiş mi ona; bir insanın bir kelimeyle dine girdiği gibi yine bir kelime veya işle dinden çıkacağını?
“Din işinde şaka olmaz” diye kimse uyarmamışsa onu, sen neden uyarmadın?..”
Kimse dememişti bir haftadır bana böyle… Halbuki ben, işte bunları duyacağımı ummuştum!..

Sizce… Size göre sadece benim köpeğim mi tel örgünün ardına atlıyor, ve sadece benim arkadaşım mı olta yutuyor, kancalara takılıyor?..
“Çalışanın kazandığını” hatırlıyor musunuz?
Etrafınıza bakıp, neler olup bittiğine dikkat ediyor musunuz?
Çılgın gibi çalışan-faaliyet gösteren misyonerlere karşı (“Cevap Veremedi” isimli kitabı tavsiye ederim) siz neler okuyor, neler yapıyorsunuz?..

Anneler! Sevgili annecikler; ANNELER GÜNÜNÜZ kutlu olsun… Ama gözünüzü dört açın ki YAVRUCUKLARINIZ iki cihanda da mutlu olsun!..

Stop
Muammer Erkul
08 Mayıs 2005 Pazar

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir