Gül bahçesi pâre pâre kor açmış
Menzilim karanlık, insiz ve cinsiz; Jiletli yollarda kanlı izlerim!
…..
Yolumun ilersi yol bile değil. Yol; bir olgu, yol; geçilmiş ve geçilecek yer… Yol; açılmış, temizlenmiş, geçilmeye izin vermiş mahaller… Yollar seni hedefe, menzile ve mekâna götürecek çizgiler.
Ve ben!.. Sıradışı, gidilmemiş bir yolun yalınayak yolcusu… Ve ben; yüzü bilinmeyene dönük kişi, sırrı fâş etmekten âciz, ademe koşan âdem!
…..
Dizginsizdir dilim, sözüm izinsiz;
Yaramı bağrıma basar gizlerim!
Dikenler saplanmış içime yaâr yar;
Gül bahçesi pâre pâre kor açmış…
…..
Acı; canevime çivi çakan kiracı! Acı; içimde nefes, acı; gözümde ışık, acı; başımda fikir, acı; uykumda rüya…
Muhafızsız kervanın tepesinde savrulan haramîler güruhu.
Acı; bende olan herşeyle takas isteyen riya!
Acı; söküldükçe kendine sarılan yumak! Acı; damarlarımda kezzap, bedenimin tuzruhu…
…..
Hayat dedikleri kaç karış ey yar;
Çilesiyse bende kulaç kulaçmış?
Bir mavi gezegen kamere mâşuk,
Oysa onu çeken güneşmiş eyyvahh!
…..
Işık… Nerden gelir ve kime gider?.. Işık, sima bulamazsa semada karanlıkta kaybolur!..
Sen ki; seni gören göz yoksa sanki yoksun, sanki yoksun, yoksun sanki evrende… Ben bakmazsam gözüne kayıp adadır yüzün; gözün kendini görmez!
Benimle mânâ bulur bana sattığın hüzün.
…..
Artık gönül kırık hisler buruşuk;
Dünkü dolunaylar çöllerde seyyah!
——————————————————–
Yolumuzdaki engeller…
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı?..
…..
Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar…
Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu da kralı; “Halkından bu kadar vergi aldığı halde yolları bile temiz tutamıyor” diye yüksek sesle eleştirdi.
…..
Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu.
Yoldaki engeli görünce sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eliyle kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı… Sonunda kan ter içinde kaldı ama, bu büyük engeli de yolun kenarına çekmiş oldu. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü… Açtı, kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde:
“Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.” Diyordu kral.
…..
Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı:
“Her engel, hayat şartlarımızı daha da iyileştirecek bir fırsattır aslında…”
Öperim gölgeni
Suda yürüyordun ki
yıllar yılı rastlamadım izine
Denizler mi yaladı bastığın yeri?..
Her neyse
Hadi uyan, kalmadı ömrüm!
Ben böyle tarumar ararken seni
Ya deniz ya rüzgar alacak beni
Hadi uyan!
Bir uyan da, güneşe dön sırtını
Hiç değilse
Silüetin uzansın İstanbul’a
Eğilir öperim
sen diye
Eğilir öperim
Gölgeme değen gölgeni…
Sultan Yürük
Üç lamba üç ahahtar
İki katlı bir binadasınız. Alt katta 3 elektrik anahtarı, üst katta ise bunlara birebir bağlı olan 3 lamba var. Yani her anahtar bir lambaya bağlı.
Lambaları istediğiniz gibi açıp kapayabilirsiniz ama yukarı çıktığınızda bir daha geri dönme hakkınız yok. Sizden istenen ise; hangi lambanın hangi anahtara bağlı olduğunu bulmak.
(Yarına kadar düşünebilirsiniz, hadi bakalım…)
Bahadır
Görmez misin milleti, umut sende, göz sende,
Herkes birşey söyledi, kürsü sende, söz sende,
Ufukta güneş dursun zamana bir düğüm at,
İşte senin altında Fatih’te gördüğüm at,
Kalemini hazırla, kılıcı çekme kından,
Gönülleri fethetmek gaye bu son akından…
Nefer mi istiyorsun, sahralar kadar dolu,
Duada evliyalar, secdede Anadolu.
Anadolu tetikte, Anadolu ayakta,
Diriler kahkahada, ölüler ağlamakta…
DENİLİRSE İNANMA, “DAHA DUR, AZ DAHA DUR”
KAYBEDECEK ANIN YOK, ZAMAN HIZLI BAHADIR…
Şimdi dünya avcunda, nefes alsan duyan var,
Yazık!.. Batan gemide yan gelip uyuyan var.
Uzay gemilerini fezada yürüt artık,
Sana dar bu hudutlar, hedefi büyüt artık.
Her damla yaş bir dua, her dua binbir füze,
Beklenen hesaplaşma, geldik işte yüzyüze…
Yarın belki yok yiğit, sanki bu an son andır,
Zaferi umuyorsan hem inan, hem inandır.
Biz ki; çağlara mühür vuran nesillerdeniz,
İstanbul’da sur söyler, Çanakkale’de deniz.
NE MADALYA, NE ÜNVAN, HESAP SIRF ALLAH’ADIR.
SIRTINA DÜNYA KONSA ŞİKAYET YOK BAHADIR…
Anlayacaksın beni tarihi düşününce,
Davan kadar büyüksün, hedefin kadar yüce,
Borcun var bu vatana, hem kan hem de ter borcu,
Bahadır, belki yarın bu toprak ister borcu.
Şükür gerek bedenin her bir azası için.
Doğrul be BAHADIR’ım, ALLAH rızası için
KARANLIĞI TÜKETTİK, YÖNÜMÜZ SABAHADIR.
BİR KEMENT AT GÜNEŞE, ÇABUK GETİR BAHADIR.
Ahmet Mahir Pekşen
Stoplayanlar
Naim Değer, Sümeyye Öztürk, Esma Şahin, Nazan Değer, Burak Değer, Şükrü Değer, Hilal Karatatar, Elif Özderya, Bircan Dilberoğlu, Cihan Özcan.
Stop
Muammer Erkul
22 Mart 2000 Çarşamba