Hatıralar Sokağı (İLK BULUŞAMAMA – Yıldız Seçen)


Evet, ne siz yanlış okudunuz, ne de ben yanlış yazdım.
İlk "buluşamamamızı" anlatacağım sizlere…

Bir gün telefonla konuşurken Muammer Erkul; "bir iş var tam senlik ama telefonla olmaz, anlatmam gerek sana" dedi…
Bende bir merak, hem onunla karşılaşacağım, hem de bana bir iş anlatacak, ne ola ki… (Yok, iş kısmını şimdi anlatmayacağım, o başlı başına bir hikâye.)
Tamam, dedim hemen, hiç hayır der miyim? O dediyse, sorgusuz yaparım. Yarın için randevulaştık, Kartaltepe metro istasyonunda buluşacağız. O karşı kıtanın çocuğu ya (o sıralar Kozyatağı’nda oturuyordu) bizim buraları doğru düzgün bilmez. Bir sürü tarif marif…

Günlerden Cuma. Ben en cici elbiselerimi giyinmişim, konuştuğumuz saatten bile önce istasyondayım ki; normalde ben hep geç kalırdım gideceğim yerlere. Erken gitmeyi de üstadımdan öğrendim ki bu arada onu da itiraf etmeden geçmeyeyim…
İstasyondayım. Bekliyorum. Gelen giden yok. Demek  ki erken gelme huyu yok, olsun…
Buluşma saati geliyor, yok. Belki yolu bulamamıştır…
Yarım saat geçiyor, bir saat geçiyor, ha geldi gelecek diye kendimi oyalıyor, kandırıyorum. Yok…
Ama sinirlerim burnumda…
Çok bekliyorum. Uzun süre bekliyorum, belki iki saatten fazla.
Gelmiyor!

Zaten gelmeyecekti, diyorum kendime. Zaten gelmeyecek olduğunu neden anlamadığımı, neden boşu boşuna beklediğimi, aptal yerine konduğumu düşünüp sinirden deliye dönüyorum…
Neticede, yok gelmiyor işte… 

Ben o gün üzgün, kırılmış, hatta bitmiş bir halde eve geri döndüm. Tabi cep telefonu falan da yok o zamanlar (yani biz bayağı eskiyiz laf aramızda.) Eve geldikten bir kaç saat sonra o çok kıymetli üstadım, pek değerli yazarım beni arıyor, ve ben telefonu elime alır almaz;
"Allah belanı versiiin, beni iki saat istasyonda beklettiiin, bir daha seni görmek istemiyoruuum, yazılarını da okumayacağııım" diye çığlıklar atıyorum!..
Aslında ben kendimi kaptırmışım ve ne dediğimi hatırlamıyorum bile, bunları sonradan bana kendisi anlatıyor…
(Lanet okumanın, kötü niyetle olmasa bile asla beddua etmemek lazım olduğunu da soınradan gene o öğretiyor bana…)
Ve… Onca bağırtılarımı sonuna kadar, sakin sakin dinleyip, diyor ki:
"Kaza yaptım!.."

O zamanlar metalik gri bir Reno 11’i vardı, Flash’a benzeyenlerden. (Adına "Ceylan" derdi. O zamanlar arabalarının ismi vardı, gerçekten de:)
Ve işte o ceylanıyla kaza yapmış gerçekten.
Çiseleyen bir hava vardı o gün… FSM köprüsünden çıktıntan sonra, Okmeydanı sapağına gelirken, tam da şimdi Galatasaray için stad yapıldığı noktada, sol şeritte önünden giden kamyon fren yapınca sola kaymış ve başka vasıtalara temas etmemiş ama bariyere girmiş. "Ceylanım öyle bir duruş durdu ki; sola kayınca kapıdan sürttü yavaşladı, sonra sol fardan dönüp bariyere girdi. Kendine zarar verdi ama bana vermedi" derdi…
Beni aradığında, yani satler sonra, çamurluk, tampon ve kopan parçaları arka koltuğa doldurmuş, Kartal sanayie kadar gitmiş…

Ben üzüldüğümü (kendisi çok kızmıştın hatta kötü şeyler söylemişin) diyoruz.
Ağzıma vuruyorum şimdi, sevgili üstadım eğer sana kötü şeyler demişsem ve şimdi bütün dostların önünde özür diliyorum…
 
Anlayacağınız işte ilk buluşamama böyle olmuştu…
Şimdi, bunca yıl geçtikten sonra gülerek hatırlayabiliyor olmamız çok güzel.

Sevgili Muammer Erkul, Allah’ım seni hep korusun… Her türlü kaza ve beladan.
Hep gül. Gül yüzlü Üstadım…
Saygıyla!

Yıldız Seçen

2 yorum

  1. Nasip…
    Gerçek bir pişmanlıkla dilenmiş özürü kabul etmeyecek kim var ki şu dünyada? Hele de bu Muammer abimiz gibi kocamaaan bir gönülse…
    Hatalar yapılıyor… Yeter ki gerçek pişmanlıklarla özür dilensin.

    En güzeli ise, senin de yazdığın gibi; bugün, burada, gülümseyerek bu hatıranı bizlerle paylaşmandı sevgili Yıldız…

    Muammer abi de, sen de, Sevgi ailemizin bütün üyeleri de, hep gülsün iki cihanda da inşallah…

    Gönlün dert görmesin.

    Hicran Seçkin

  2. Canım benim sağolasın hep beraber.
    Ama emin olun ki, ben deliyim….
    🙂

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir