Küçük sahanın içinde altı yedi kişiler. İyice göremiyorum ama, tamamına yakını kız ve yaşları da 12 ile 15 arasında olmalı.
Sarı penye giyenin “rakibi” değişti şimdi. Tenis kortunda, tenis raketi ve tenis topuyla sanki “voleybol” oynuyorlar!.. Her defasında, sarkmış filenin üzerinden bacaklarını aşırtmaya çalışan bir tanesi de onların top toplayıcısı…
Beş altı kişilik seyirci grubundan ise hiç alkış gelmiyor…
Hemen yandaki bitişik saha çok daha büyük. Bu kortun zeminine (tenis çizgilerine ilave olarak) voleybol çizgileri de çizilmiş. Voleybol filesi germek için uzun direkler dikilmiş… Hatta file bile mevcut…
Bu sahadaysa altı erkek çocuk var, ama “futbol” oynuyorlar!.. Boyu daha uzun olanlar koşarak geçerken, tam ortada gerili fileye kafalarını çarpıyorlar.
Az evvel hepsi tam ortaya çember biçiminde oturmuşlar, konuşuyorlardı. Sohbet konularının kızlar olmadığından emindim… Derslerden de bahsetmiyorlardı besbelli. Hatta okudukları kitapları da anlatmıyorlardı biribirlerine…
Konuştuklarını tahmin etmekte zorlanmıyordum demin.
Kim olduklarını tanıyamayacak mesafeden, çalıştığım odanın penceresinden arada bir görüyorum onları… Maç tekrar başlamış. Üçer kişilik iki gruba ayrılmışlar, kalecisiz oynuyorlar. Şimdi komik birşey oldu… Top fileye takıldı… Geldiler, ellerini değdirmeden topu kafalarıyla (kendi lehlerine olacak biçimde) düşürmeye çalıştılar, ama top aşağı inmemekte inat etti.
Üff! Müthiş bir gol attı mavi şortlu bücür… Bu çocukta iş var… Ardından… Ardından da aynı takımın üç oyuncusu kısa bir timsah yürüyüşü yaptı!..
Niye anlatıyorum size bunları?..
Çünkü onlara baksam da, kendimi seyrediyorum aslında…
Hani dia (saydam resim) makinaları olur, önceden çekilmiş kendi resimlerinizi yerleştirir, gözünüzü deliğe dayar ve makinanın içine bakarsınız…
Baktığınız yer bellidir, ama gördüğünüz şeyler başkadır!..
Alatabiliyorum, değil mi?
…..
İşte bu çocuklara bakıyorum arada bir ve bizlerin top oynadığımız arsa geliyor aklıma. Arsa ya!.. Bizim futbol oynadığımız yerin adı “arsa”ydı ve gerçekten de arsaydı… Hastaneyi büyütmek için SSK tarafından bahçeleriyle beraber satın alınıp boşalttırılan evler, ağaçlarıyla beraber dümdüz edilip inşaata başlanmadan evvel uzun yıllar boyunca, bütün çocukluğumuz ve ilk delikanlılığımız süresince bizlerindi bu arsa… Öyle ki, bazı bahçelerinde yüzlerce yıllık dev ağaçlar bulunan bu evlerin bir kaçında birilerinin oturduğunu sanki hayal meyal hatırlar gibiyim… Ama ben askere giderken inşaat henüz başlamamıştı… Sonraki yıllardaysa eski hastane üç misline çıktı.
Ben mi yavaş düşünüyorum o yılları, yoksa gerçekten ağır çekimde mi yaşıyorduk…
Halbuki o kadar da eski olmaması lazım bahsettiğim zamanların… O zaman da Bülent Ecevit Başbakan olmaya çalışıp duruyor, arada bir de oluyordu… O zaman da Süleyman Demirel’in saçları yoktu… O zaman da; “benzini şelden aklı kelden” sözü meşhurdu… O zaman da Ajda Pekkan ‘süperstar’dı… O zaman da gece yarısına doğru iskele tarafından, başı dumanlı ve hafif sallanarak gelen genç adamların ağzında ya Adnan Şenses’den yahut Orhan Gencebay’dan birer mırıltı olurdu…
Ve o zaman da Muammer ismindeki bir çocuk; “Çok, çok, çok yazacağım, diye hayal kurardı… Yazdıklarım basılacak, üst üste koyduğum zaman boyumdan daha yüksek olacak ve herkes benim yazdıklarımı okuyacak…”
Herşey değişti sanki, herşey… Ayrı mahallelerde, ayrı şehirlerde, hatta ayrı kıtalardayım; burda top oynayan çocuklara baktığımda, top oynadığımı gördüğüm hayallerimle!..
Galiba varmak istediğim nokta da burasıymış dostlar, işte tam bu cümle…
Evet herşey de değişse, hiçbir şey değişmese de, anlıyorum ki; HAYATIN MERKEZİ HAYALLER…
Dünyanın ekseni ne ise; kendi dünyamız, kendi hayatımız için hayallerimiz işte o…
Beni anladığınızdan eminim…
Biz o zamanlar “futbol cambazı” denen ülkelerin “antrenman ve averaj takımı” olarak görüp kabul ettiği bir ülkenin futbol oynayan çocuklarıydık. En büyük, ama en büyük hayalimiz Fenerbahçe’de futbol oynamaktı…
Bugün, burda tenis kortunun ortasında oturmuş konuşan çocuklar ne diyorlardı biribirlerine, dersiniz?..
Şunu:
“Niye gideyim ki beni isteyecek olan ülkelerdeki kulüplere… Futbol bizde daha güzel oynanıyor, daha çok para kazandırıyor, daha çok takdir görüyor, daha çok seyirci topluyor… Bizim yapmamız gereken ne biliyor musunuz?.. Şampiyon Kulüpler Kupası, UEFA Kupası ve Süper Kupa’yı TEKRAR alacak takımların kadrosunda olmak…”
İşte “fark” burda…
Bu çocukların önünde “ÖRNEK” var.
Onların “HEDEF”leri var.
Bunlar nasıl oldu, biliyor musunuz gerçekten?..
Söyleyeyim:
Biz, toprak bir arsanın köşesinde, esasında inanmayarak, Fenerbahçe’de forma giyeceğimizi düşlerken…
…Birileri, vazgeçmeden yıllarca peşinde koşmayı göze aldığı kendi hayalini haykırdı:
“Benim takımım Avrupa’nın en büyüğü olacak!..”
İşte hayal…
İşte GERÇEK!..
Son söz sokaktaki argoya aykırı, galiba biraz alışılmamış ve oldukça iddialı olacak, ama yine de söyleyelim:
Hayal, gerçektir!..
…..
(Bunun ardından da kendiniz; “aslında gerçeğin hayal olup hayallerin peşinden geldiğini… Gerçeği getirenin hayal olduğunu anlatan… Adı ise; “Gerçek, hayaldir” olan bir yazı yazabilirsiniz…
En azından bu fikri düşünebilirsiniz, değil mi?..”
Stop
Muammer Erkul
30 Ağustos 2000 Çarşamba