Hırsızlığa dair… [10 Temmuz 2000 Pazartesi]

Bana sorarsanız aşağıda okuyacaklarınıza hiiç inanmayın. Çünkü bu köşe bugün 5 ila 5.4 şiddeti arasında “palavra” sallayacak!..
İsteyen okusuun, isteyen okumasın; isteyen inansıın, istemeyen kanmasın…
Ama, yine de hadi, buyrun bakalım:

Gazi’de okuyan bir arkadaşın sınavları varmış. Akşam da bi’kaç arkadaşı bizimkine ders çalışmaya gelecekmiş. Çocuk bankamatiğini kaptırdığından cebinde beş kuruş parası yokmuş. E akşam da misafiri var, ne yapıcak?
“Migros’tan akşamlık bi şeyler uçurayım işte, n’olucak sanki” demiş.
Bunun kocaman bi şapkası varmış. Hani olur ya, ciks işi, önü siperlikli felan… Tavukların olduğu bölüme gitmiş, dondurucudan bi bütün tavuk alıp şapkasının altına koymuş.
Usulü öyledir ya, içeride biraz dolaşıp, bi çubuk kraker, çiklet falan bi’şeyler alıp kasaya gitmiş sonra… Çocuk tam cebinden para çıkaracakken birden fenalaşıp bammm diye yere kapaklanmış. Tabii şapka bi yana, tavuk öbür yana savrulmuş gitmiş.
“Noluyo felan?..” Bakmışlar durum kötü, bi taksiye atıp dooğru en yakın hastaneye götürmüşler. Meğer başının üstündeki donuk tavuk çocuğun beyin fonksiyonlarını yavaşlatmış. Doktor;
“Eğer trafik filan sıkışık olup da 5-10 dakika geç kalsaydınız, ölürdü bu… Beyin zarı donmuş!..” Demiş.

Şimdi, doğru mu bunlar?..
İnanın bilmiyorum; çünkü ben Özer Demirci’nin hırsızı… Şey, yani yalancısıyım!..
Bu çocuk yakında “Matchless” isminde “eşsiz, emsalsiz, rekipsiz, benzersiz bir internet sayfası açarsa, buna benzer daha çook “palavra” okursunuz, dinlene dinlene!..
Bu kadar dinlenmek yeterse devam edelim bakalım:

Hırsızlıktan başladık ya, bu böyle devam eder durur. Yüzlerce, binlerce hikaye çıkar…
Bu tür hikayelerin bir iki ufak tefek hilesi vardır ama; bunları istediğiniz gibi değiştirebilirsiniz. Bir de hayal gücünüz yeterince renkli-hareketliyse, sormayın gitsin… Miş… Okuyun da görün:
Bunları bir iki küçük örnekle göstermeye çalışalım;
…Hepimizin bildiği gibi büyük alışveriş mağazalarında giysileri çalmamamız için bir takım koruyucu (plastik türü) ve içi mürekkeple dolu uzun ince beyaz renkde bir şey mevcuttur, şimdiki gençlik bunun adını bilmez… Bilme gereği de duymaz.
Herneyse işte 1980’li yılların başındaki (hırsızlar dersek ağır olacak) eli uzunlarımız bunun çaresini bulmak için bu tür mağazaların en kalabalık olduğu günler ve saatlerde mağazaya dolarlar… Güzel gördükleri elbiselerle giyinme odalarında halvet olurlar… Kapandıkları bu bölümlerde ise değişik yöntemler kullanarak üzerindeki zımbırtıyı çıkartmaya çalışırlar… Lakin bir türlü beceremezlermiş. Çünkü her seferinde o koruyucu dalganın içindeki mürekkep elbisenin üzerine patlatır… Bu zavallılar da göz koydukları, şimdi mürekkebe bulanmış olan bu elbiseleri (içleri gide gide ve kös kös) kimseye çaktırmadan aynı biçimde yerlerine koymaya çalışırlarmış…

Günler geçmiş ve hırsızlarımız yanlarında çakı, çatal, kaşık türü malzemeler götürmeye başlamışlar ve işlemi başarıyla sonuçlandırmışlar…
Kısacası çatal ve bıçak yardımıyla, alarmın çalmasını sağlayan o “gereksiz şey”in etkisiz hale getirmişler. Artık bütün hırsızlar çok rahat bir biçimde en kaliteli mağazaların elbiselerini götürebiliyorlarmış.
Ama esnaf geri zekalı değil ya…
Hemen düşünüp bir formül bulmuşlar.
Nasıl mı?
Çok basit; artık tüm mağazaların girişlerinde metal eşya girmesini önleyen bir kabinet geliştirmişler, yani içeriye bozuk para bile sokmaya çalışsanız hemen cırcır böceği gibi ötüyormuş buradaki alarmlar…
Hünerlerini gösterme sırası şimdi hırsızlara gelmiş.
Kafayı çalıştırmışlar ve düşünmüş, düşünmüş, düşünmüş ve bunun da çaresini bulmuşlar…
Şöyle;
Bir kap içine (aynen pikniğe gider gibi) çatalını, bıçağını, kaşığını koyuyorlar… Üstünü de suyla örtüyorlar… Ve bunu dooğru derin dondurucuya atıyorlarmış…
Kaptaki su içindeki kaşık, çatal ve bıçaklarla birlikte buz haline geldikten sonra bir çantanın içine koyup mağazaya girmeyi başarabiliyorlarmış. Yani bir buz kalıbının içine taramalı tüfek de koysanız yine mağazanın içine rahatlıkla girersiniz… miş!.. (Buraya pek inanasım gelmedi.)
Bunlarla baş edemeyeceklerini anlayan mağaza yöneticileri sonunda her kapının önüne ikişer tane adam koymaya başlamış… Gelişmiş teknolojinin son keşfi olan bu “adam”lar şüphelendikleri kişileri ve çantalarını arıyorlarmış.
(Bunca yatırıma ne lüzum vardı bilmiyorum ama, benden yardım istenseydi bunu ben de söyleyebilirdim ve bunca yatırıma ve masrafa da ihtiyaç duyulmazdı…)

Asıl hırsızlık hikayelerini yarına bırakıyorum.
Birinin “çalanı” ben’im!..
Diğerinin hırsızını da, soyulanını da tanımıyorum… Yarına kadar sıkın dişinizi!..

Stop
Muammer Erkul
10 Temmuz 2000 Pazartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir