Kendi tarihimizi ben de merak ettim küçük yaşlarımdan beri, okudum: “Malazgirt zaferi… Bize katılan beylikler… Bursa’dan sonraki başkentimiz Edirne’den çıkıp İstanbul’a yürüyüşümüz… Afrika’nın doğusundaki Atlas Okyanusu’yla Karadeniz, Hazar, Hint Okyanusu arasına sahip oluşumuz ve bir o kadar daha alanı kontrol edişimiz… Avrupa içlerine dalıp, dünyanın en büyük imparatorluklarından biri oluşumuz… Vahdettin’in ülkemizi İngilizlere satıp, İngiliz gemisiyle kaçışı(!)…”
8-10 yaşındayken bu sözleri anlayamıyordum. Bir çarpıklık vardı, farkındaydım ama neydi, bilemiyordum… Yoldan geçen eskiciye, evdeki kıymetli kitap veya eşyalardan verip canımın istediği bir avuç keçiboynuzunu alsam, anlamak ve anlatmak mümkündü. Fakat dünyanın yarısına manevi, yine ciddi bir coğrafyaya da maddi olarak hakim bir idarenin temsilcisi, acaba ne karşılığında ülkesini “satmış” olabilirdi?..
Sonunda bunu anlamaktan ümidimi kestim.
Sonraki karmaşam; mutlakiyet, meşrutiyet, cumhuriyet kavramlarıydı. Bunlardan hangisi hangi oranda hangisinin içindeydi? Mutlakiyette ne kadar hürriyet; cumhuriyette ne ölçüde mecburiyet vardı ve ikisinin arası gibi görünen meşrutiyette ne, ne kadar meşru idi?.. Koskoca hukuk ve anayasa profesörlerinin bile ikisinin, üçünün birleşemedikleri böyle tartışmalarda, genç bir kafa gerçekten karışıyor…
Benim asıl anlayamadığım ise şu idi:
Bir şoför, sürdüğü otobüsün her şeyinden sorumlu değil miydi; lastik, silecek, yağ, su, far, sinyal, yakıt, havalandırma, trafik işaretleri, yoldaki çukur, yağmur, soğuk, sıcak ve her şey… Bazılarıysa; “rakip firmaların ayarttığı muavinlerle bir kısım yolcuları” mesul tutuyordu. Buna, yani onların; yürüyen bu vasıtanın gidişine tesir edip, sürücüyü canından bezdirebilmelerine, vasıtayı otobandan çıkartıp tali yollarda vakti ziyan ettirebildiklerine ne kadar inanmalıydım?
Benzer şekilde, tarihte; ülkenin hâkimi bilinen padişaha rağmen, bir kısım asker ve siyasilerin felaketlere imza atmış, savaşlara girmiş, çeşitli hayal ve gayelerle istikrara çomak sokmuş olmaları mümkün müydü?
Biliyor musunuz; bu yaşa geldim, jetonum ancak şimdi düştü!
Yüz, yüz elli yıl önce olanları şimdi biz nasıl anlayamıyor ve mana veremiyorsak; yüz, yüz elli yıl sonrakiler de bizim şahit olduklarımızı anlayamayacak ve bir mana veremeyecekler… Veya bizi ancak, bizim öncekileri anladığımız kadar anlayabilecekler.
Dilerim ki zaman bize iyi şeyler göstersin!
Stop
Muammer Erkul
20 Mart 2008 Perşembe