Kandil ışığında… [05 Ekim 2002 Cumartesi]

Görevim, taş taşımak olsaydı!.. Yine terlerdim… Bir tek kayayı koymamak için çamura bir adım daha, bir adım daha atmaya gayret ederdim elbette…
Görevim taş taşımak olsaydı, sanırım içim yine durulurdu bazen, dolu bir süt tası gibi; ama bazen de aklım karmakarışık olurdu, şelale dökülen çukurlar gibi!..
Görevim taş taşımak olsaydı; gene birikirdi hafızamda pek çok hatıralar. Hatıralar,,, hatıralar,, hatıralar… 

Bir gün baktım ki, yıllarca çalışmışım…
Muntazaman kesilmiş, yontulmuş, hatta konacağı yere otursun diye iyice düzlenmiş şu kayaların her birinde sırtımın teri vardı… Alnımın teri yeri ıslatırken, bazen sanırdım ki; sırtımı ıslatan da, taşın teridir!..
Taş bana karışırdı sanki, ben de taşa… Ve sanki kendimden bir parça daha götürüp koyardım, diğer parçalarımın yanına!..
Bir gün, azıcık belimi doğrulttum, şööyle; ve bir şeyin farkına vardım…
Hadi, gurur demeyeyim de içim huzur doldu, sevindim. İlk karşılaştığımızda;
"Bu güne kadar bir tek taşı bile besmelesiz taşımadım" dedim eski takım çavuşuma. O bana baktı, ama sevindi mi, acıdı mı anlayamadım!..
"Bu çok güzel, dedi tebessüm ederek. Ben de hiç abdestsiz taşımadım!.." 

Başka zaman, yeni bir hayır için çağırıyordu beni; ben, nazlanıyordum. Kelebek kovalamanın çok hoşuma gittiği bir zamandı sanıyorum!..
Diyordu ki bana;
"Çorbada tuzun olmalı ve bu çeşmede taşın. Çünkü bu su kıyamete kadar akacak!.."
Halbuki su çağırıyordu, kuşlar çağırıyordu ve taşlar bile çağırıyordu beni… Ama arkadan da arkadaşlar çağırıyordu!.. Sonunda ücret ödeyerek, ve pazarlığımı dahi kabul ederek; çorbaya tuzumu ve çeşmeye taşımı kattı!.. 

Haliyle ben emir aldığım bu insanı beğenmiyordum!.. Çünkü arkadaşlarım da beğenmiyordu!..
Günün birinde, canı acıyan biriyle karşılaştık. Diyordu ki ağzından köpükler sıçratarak;
"Koymuş sırtına koskoca kayaları, önünü bile görmüyor. Ben de onunla anlaşmaya gelmiştim, uydurursak mal satacaktım. Ama bakın, bakın ayağıma bastı benim, ayağıma bastı!.."
Hep bir ağızdan aleyhinde konuştuk bizler de… Dedik ki;
"Ya evet, çok haklısın… Onun gözü bizi bile görmez çoğu zaman, bize de çarpar yürürken, dönerken, çalışırken!.."
Bu adam, koşarak gitti ve kızgınlıkla dedi ki;
"Sen öyle kötüsün ki, bak; kendi arkadaşların bile senin için şunları ve bunları söylüyor!.."
Ama tokat yemesi gereken suratına aynen şu cevap geldi:
"Arkadaşlarımın, benim için söyledikleri her söz doğrudur!.." 

Görevim, taş taşımak olsaydı; yine terlerdim, sıcacık!..
Yine akardım, damla damla…
Görevim taş taşımak olsaydı; gene birikirdi hafızamda hatıralar… Hatıralaar, hatıralar…

Stop
Muammer Erkul
05 Ekim 2002 Cumartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir