Karpuzcu baba [26 Haziran 2001 Salı]

Karpuzcu baba

İki gün öncesine kadar her gecesini bostan bekleyerek geçiren adam, şehirdeki yol kenarında görünce bir karpuz sergisi yaklaştı… “Ohhh”layarak çöktü kenara, ve boynuna dolamış olduğu yemeniyi çözüp sallarken kendine doğru;
“Ne sıcak, dedi kendi şivesiyle… Kırsana bir tane de yiyelim…”
…..
Bir öyle, bir böyle baktı karpuzcu. Sonra da;
“Paralı bunlar” dedi.
“Paralı mı?.. Göbeğini sen yersin canım!..”
…..
İki gün öncesine kadar gecelerini tarla bekleyerek geçiren bostancı, suyun bile parayla satıldığı bu şehirde, kendisine bir tanecik karpuz kırılmamasına çok içerlemişti… Hem de karpuzun göbeğinden bile vazgeçtiği halde!..
…..
İkisi de hem şaşkın, hem de biraz kızgındı…
“Bir tek karpuz için para mı verilirmiş be, diyordu köylü. Satmayacaktık, ziyan etmeyecektik; gözünün önünde yiyecektik işte… Herkesin bir haysiyeti, şerefi vardır. İnsan bu kadar hakir görülür, aşağılanır mı?.. Sen benim tarlama gelseydin, ben hiç sana böyle mi yapardım, hasis, tamahkâr herif!..”

Niye anlattım şimdi bu hikayeyi, bilin bakalım?..
Son yıllarda ne zaman kitapçılara girsem, hikayedeki bostan bekçisininkine benzer duygular hissederim!.. Çünkü hayatımın büyük bölümü kitap üretenlerin arasında, ve bu üretime faal olarak katılarak geçti… Bu işi yaptığımız sürece, herhangi bir kitaba para vermemiz neredeyse “ayıp” sayılırdı!.. Hele bir de üzerinde yazan fiyat hiç indirimsiz alınır ise senden, bu hareket; (böyle bir saygısızlığın direkt olarak şahsına yapıldığı) bu ortama bir daha hiç girmemen istendiği anlamına bile gelirdi!..

Sevdalı Şiirler

Neyse, uzatmayayım; anladığınız üzre kitapçıdaydım yine… Şiir kitaplarının bulunduğu rafta gördüm onları: Sevdalı Şiirler-1 ve Sevdalı Şiirler-2… Ama üst başlığıyla birlikte şöyle:
“Aşka, Cihada, Çileye, Davaya, Dirilişe, Kavgaya SEVDALI ŞİİRLER…”
Bu güne kadar yüzlerce kitabı milyonlara ulaştırmayı başarmış olan Timaş basmış. (0212.5138415-6)
Derleyenler: Hekimoğlu İsmail ve Ali Erkan Kavaklı

Bizim apartmanda bile, (Kur’an ve çocukların okul kitapları haricinde) her evde bir kitap bulunmadığı yıllar… Ben şu kadarım ve kitap “koklamayı” henüz öğrenmemişim…
Bağlamasının sarı-lacivert ibrişim püskülüyle beni Fenerbahçe’li yapan Raif abimin büyük amcaoğlu İbrahim abi, galiba askerdeyken “birileri”yle tanışmış, tezkere alınca onlarla beraber okuduğu kitapları bunlara da getirmiş. Ve üç kardeş, rahmetli babaları (Hasan Hoca)’nın bir türlü yaptıramadığı şeyi yapmışlar: Biri (Raif) divan sazını, biri (Halil) darbukasını, biri (Saim) de tefini yok etmiş… (O zamanlar herkes “Hayret” diyordu!..)
…..
Bir gün baktım ki teyzemin oğlu bize gelmiş… Elinde bir kitap var ve güya “ben çok akıllı bir çocuk olduğum için” bana getirmişmiş!.. Ben ilkokula gidiyorum…

Minyeli…
Ama bildiğiniz gibi değil, bu “ACAİP” bir kitap, her tarafı acaip!.. Abuk sabuk, alacalı bulacalı bir resim var kapağında, ki hiçbir şeye benzemiyor.
“Raif abi, bu ne resmi?..”
O nerden bilsin ki, askerden yeni gelmiş gencecik bir adam. Ve yetmişli yılların başı, memleket yeni yeni “serbest” kitap ile tanışıyor…
-Bak burda ne yazıyor; “Kapak: Gürbüz Azak”… Gürbüz Azak çok ünlü bir ressam. Bu kitap için tam elli tane resim yapmış ve bu seçilmiş… (Kafamdan geçenleri söylemeyeyim!..)
-Minyeli Abdullah kim?..
-Okuyunca göreceksin; Minye, Mısır’daki bir yer. Oralı Abdullah’ın romanı bu da…
-Peki yazarının adı niye böyle ne biçim; Hekimoğlu İsmail?..
-O devlet memuru muymuş neymiş de, kendi ismiyle yazmamış…

Zaman geçtikçe bu kitap “moda” oldu… Bakıyorum ki herkesin elinde… Hayret ki; kapağının resmi bile resim değil!.. (Gürbüz abi, ellerinden öpüyorum, ne olur affet!..) Yazarı bile belli değil; kaçak mı, yasak mı neymiş!..
-Muammer, Minyeli Abdullah romanını okudun mu?
-Başladım!..
-Oğlum, şu kitabı okudun mu?..
-Okuyorum!..
-Kardeşim, Minyeliyi okudun mu?..
-Başladım, okuyacağım!..
…..
Ben, Minyeli Abdullah’a belki otuz kere başladım, ama “hâlâ” bitiremedim!.. Benim okumamam bu kitabın, ülke insanları arasındaki o zamanki ateşleyiciliğini, husule getirdiği dinamiği azalttı mı? Hayır elbette… Ama bu durum kitabı bende hep diri tuttu!..
Hekimoğlu İsmail ise; cart renklerden sıyrık… Bakışları şu kalın surların üzerinde… Kendi istemedikçe kıpırdamayan ve kıpırdatılamayan… Sessiz sedasız… Ama “patlama ihtimalinin” bile ürküntü verdiği, kooskoca bir “şâhî top” gibi durdu hep aklımın bir kenarında…

Not:
Bu yazıyı tam bağlayacaktım ki şimdi… Yine o zamanlar tanımış olduğum, kendimize örnek aldığımız, o zamanların genç ve hızlı gazetecisi, değerli hizmetleri olduğuna inandığım HÜSEYİN DEMİREL abimizin genç yaşında vefat etmiş olduğunu öğrendim… Allah-ü teâlâ hatalarını-günahlarını affetsin, mekânını Cennet etsin, geride bıraktıklarına sabır versin inşallah… Amin.
…..
Birkaç satır daha yazacaktım şiir ile, Sevdalı Şiirler ile, Ali Erkan Kavaklı abi ile de ilgili ama, hadi sonraya kalsın…

Stop
Muammer Erkul
26 Haziran 2001 Salı

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir