Bir yandan besleniyor, diğer yandan da sahiplerinin üflediği kavalın sesini dinliyordu koyunlar…
Sabah erkenden yeşil çayırlara yayılıyorlardı.
Biri birlerinden ayrılmadan, ama hiçbiri de bir diğerinin önünü kesmeden kendi rızklarının peşine düşüyorlardı.
Koyunları usul usul gezinmeye başladığında, küçük bir kaval çıkaran sahipleri üflemeye başlıyordu…
Buna öyle alışmışlardı ki, koyunlardan bazıları; kendilerini doyuranın, kavalın sesi olduğunu sanmaya başlamıştı!..
Bir gün baktı ki koyunlar;
Yerde… Önlerinde… Hemen ayaklarını dibindeydi o kaval…
Her gün uzaktan, sahiplerinin elinde gördükleri ve adeta mest olarak, kalplerine kadar işleyen sesini dinledikleri…
Hatta, pek çoğunun da; “bu kaval olmasa karnımız doymaz, beslenmemizin sebebi budur”, dediği kaval…
İşte, buradaydı; yalnız başına ve sessiz…
Anne sütünden yeni kesilmiş bir yavru, anlamadıklarını sordu önündekine;
-Abi be, dedi. Bu işte bir yanlışlık olmasın…
-Nasıl bir yanlışlık?
-Şimdi bizim, sabahın erken vaktinde peşine düştüğümüz ses bunun mu?.. Gidiyor diye gittiğimiz, durunca durduğumuz kaval bu mu?.. Bir kısmımız bunun için mi; “bizi bunun sesi besliyor, otlamak bahane” diye düşünüyor?.. Ve hatta bazılarının, eğer bir an duymasa ne yapacağını şaşırdığı ses bunun mu?..
-Evet bahsettiğin bu, ama ne var bunda?..
-Ne var olur mu? Baksana, uyduruktan bir kaval bu; sıradan bir ağaç parçası işte…
-Gel de dinleyelim. Bak, aynı soruyu başkaları da sormuş ona…
-Tam tersi de olabilirdi, ama böyle olmuş: Ben bir kavalım, sizlerse birer koyun.
Sizin sahibiniz, benim de sahibim…
Duyduğunuz, benim sesim; ama anlayabildikleriniz onun sözü, meramı…
Onun nefesi olmasa, benden nasıl ses çıksın?..
Ben, benden çıkan… Sizlerse kulağınıza giren sesle kıymet kazanıyoruz…
Fakat, asıl değerli olan;
Bunun böyle olduğunu bilmektir!..
…..
Yoksa, aslım; ilk ateşe dayanamayacak bir odun parçası…
Ve sizin de aslınız; biraz yünle biraz süt ve birkaç tencere ettir!..
Yanındakine sokuldu ve;
-Anladım, diye fısıldadı deminki kuzu…
Stop
Muammer Erkul
14 Temmuz 2005 Perşembe