Elimdeki teli prizin deliğine sokmaya çalıştığımı, uyurgezer halde uçuruma yöneldiğimi görsen uyarmaz mıydın, durdurmaz mıydın beni? Şimdi keyfini bozmayayım, gibi bir anlamsız kelime gelir miydi aklına?..
…….
Gözü dönmüş bir boğa sürüsü tozu dumana katarak geliyor. Görüyorsun…
Kudurmuş köpekler köpükler saçarak; veya kurtlar, çıldırtan bir açlıkla akarak geliyor. Görüyorsun…
Ağzına kadar dolu bir kamyon, korna ve çığlıklar arasında; yokuş aşağı inerken frenleri patlamış olarak geliyor. Görüyorsun…
Bir de bakıyorsun ki;
Bütün bu öldürücü bela ve musibetlerin geçerken dümdüz edeceği aynı yolun ortasında; tehlikeleri oyun-oyuncak sanan küçük ve güzel bir çocuk oturuyor… Hem de bir çamurlu su birikintisinin içinde; saçı başı dolaşık, yüzü gözü çamurlu ve tepeden tırnağa sırılsıklam… Ama, çok mutlu…
Ne yapardın?
İki yol var…
Ya kendi haline bırakacaksın o çocuğu ki; sayısız kere boynuzlanıp ezilecek boğalar tarafından… Ya kudurmuş köpekler ısıracak veya parçalanacak aç kurtlar tarafından… Veya ezilip gidecek, frenleri patlamış kamyon tarafından…
Diyeceksin ki: Çok mutluydu, keyfini bozmaya kıyamadım!
İkinci yol ise; o çocuğu kurtaracaksın…
Büyük ihtimalle, şapır şupur oynadığı çamurlu sudan alıyorsun diye sana kızacak. Muhtemelen bağırıp çağıracak, bacaklarını tepecek, hatta seni yumruklayacak, ağlayacak…
Sen ne yapacaksın? O küçük çocuk “kurt, kuduz, kamyon, boğa” nedir bilmiyor diye, onu yolun ortasında mı bırakacaksın?..
Bu hal, insan olana yakışır mı?
1200 sene evvel (805’te Bağdat’ta vefat eden) bir büyük zat vardı. Cahil halktan bazısı “deli” olduğuna inanırken, halifeler onun nasihatlerini dinleyip gözyaşı dökerlerdi…
Behlül Dânâ hazretleri, yanlış bir iş, işlenen bir günah görse sahibini uyarır, elinden dilinden geldiği kadar bunlara mani olmaya çalışırdı…
İyi de ikaz edilmekten kaç kişi hoşlanır?
Mahallenin bazı ileri gelenleri toplanıp Halifeye gittiler. Dediler ki:
“Sultanımız… Şu Behlül’e söyleyin de, yaptığımız her işe karışmasın. Bizim günahımızla ne derdi var ki onun, kendi bacağından asılmaz mı her koyun?..”
Halife Harûn Reşid, çağırttı mübareği ve aktardı şikayetleri. Behlül Dânâ hazretleri hiç sesini çıkartmadan çıktı gitti. Birkaç koyun bulup kesti, karınlarını yardı ve öylece bacaklarından astı sokakların başına. Manzarayı görenler; “bunun gibi deliden başka ne beklenir ki” diyerek kahkahayı bastılar… Kahkahayı bastılar ama yakında kokusu çıktı işin. Sonraki günler iyice arttı ve ardından leş kokusu dayanılmaz bir hal aldı… Aynı adamlar tekrar toplanıp halifenin kapısına vardılar ve yine şikâyette bulundular. Çağırtılan Behlül Dânâ hazretleri;
-Ben, sadece onların dediğini yaptım, dedi. Koyunları kendi bacağından astım… Her ne kadar kendi bacağından da asılsa her koyun, gördükleri gibi bütün mahalleyi sarıyor pis kokusu!..
…….
NOT: Sonradan fark ettim ki; (Üsküdar’a kadar ordu göndermiş, Fransa Kralı Büyük Şarlman’a yolladığı duvar saatinin kendi kendine işlediği fark edilince içinde cin olduğu sanılmış olan) beşinci Abbasi Halifesi Hârûnürreşîd’in vefat ettiği gün de (809) bugünmüş…
Stop
Muammer Erkul
24 Mart 2006 Cuma