Kırmızı televizyonun fişi [11 Mart 2004 Perşembe]

Bunun başka bir izahını bulamadım: Demek ki yapacak başka işimiz yok!.. Demek ki iki satır okuyacak kitaplarımız ve demek ki iki çift söz katacak sohbetlerimiz yok…
Demek ki çocuklarımızla oynamaya, demek ki büyüklerimizin elini öpmeye, demek ki hısım akraba ile hoş beş etmeye zamanımız yok..
Her lokmanın üzerine birer yudum da televizyon alıyoruz; iyi gitsin diye…
Ve yer-gök çerez-çekirdek kabuğu… Sebep? Üç gözü yok ya insanın… İkisi ekrana çakılı!..

Hastanede bir adam görmüştüm;
Hep bir yere bakıyordu…
Onu nereye götürürlerse götürsünler o hep bir yere bakıyordu. Hiç kimseye çevirmiyordu yüzünü. Karşısına bile geçsen; o, senin bulunduğun yerde “daha başka bir yere” bakıyordu!.. Bıkmadan, usanmadan, yorulmadan, vazgeçmeden… Hatta sinir bozacak kadar ve şekilde sadece bakıyordu…
O hep bir yere bakıyorken, ben de hep ona bakıyordum ve düşünüyordum; ne olacaktı halimiz?..

Gerçekten, yapacak işimiz yok muydu… Bir başka eğlence yerine gidecek paramız yok muydu?.. Sokağa çıkıp oynayacak topumuz, atlayacak ipimiz, yuvarlayacak misketimiz bile yok muydu?.. Peki saklambaç oynayacak ağaç arkaları, duvar dipleri, köşe başları da mı yoktu?..
Bir çiçeği koklamak için, ve çiçek kokan bir bebeği okşamak için para istemiyorlar ki bizden. Bir küçük çocuğu yoğurmak ve göbeğini ısırmak da biletle değil!..
Üstelik, çocukların kahkahaları orijinal ve doğaçlama oluyor; efekt kaydı değil!..

Aklıma geliyordu ki; bizler, işte bu adama benziyoruz… Önümüzden televizyonlarımızı alıverseler, a’ha işte bu adamın aynısından oluveririz!..
Bunu söyledim de kaç kere. Dedim ki; bu adam yabancımız değil, bizden biri. Farkımız şu ki; onun televizyonunu almışlar önünden… O da, her yerde kendi televizyonunu seyretmeye başlamış!..

Bir zaman sonra geldim ki, ne göreyim;
Adam odanın ortasında oturmuş gene bakıyor. Ama bu defa duvara doğru… Önce sandım ki; o sabit, sinir bozan bakışlarından kurtulmak için çevirmişler onu duvara, değilmiş. Meğer sebebi varmış…
Birisi boş duvara bir televizyon çizmiş kırmızı rujla, hem de çarpık çurpuk… Başkası da siyah bir fişe ip bağlayıp adamın beline dolamış. Zavallı da bunun ucundan sımsıkı tutuyor…
-Kumandası nerde bunun? Diye güldüm…
-Uzaktan kumandası yok bunun, dediler. Bu “zihinden” kumandalı!..

Epey zaman geçti aradan. “O adamın fişi çıkmış” dediler… İlk anda anlamadım; fişi nereye takılıydı ki onun?..
Az sonra bir hademenin sesini duydum; “yol açın” diye bağırıyordu… İki kenara çekildik koridorda. Tekerlekli sandalyenin üzerinde biri yatıyordu. Belli ki erkekti ve bir çarşafla -yüzü dahil- tamamen örtülmüştü…
Ama çarşafın altından, fişi sallanıyordu…
…..
Biliyor musunuz, yıllar geçti hâlâ merak eder dururum; sanki hiç kırpmadan baktığı o gözleri açık mıydı, kapalı mıydı?..
Pişmanım; çarşafı açıp bakmadığıma!..

Stop
Muammer Erkul
11 Mart 2004 Perşembe

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir