Kurşun “onları” seçti
Şu an yazabilenlerin tamamı, ölmeyenler. Şu an okuyanların da tamamı ölmemiş olanlar…
Ölmemiş olanlar konuşuyor ve korkularını aktarmaya çabalıyor biribirlerine.
Ölmemiş olanlar temine çalışıyor ihtiyaçlarını.
Bir ortak nokta var ki, o da şu: On milyonlarla ifade edilebilen bu “yaşayanların” tamamı, hep birden, ve aynı anda aynı şeyi hissetti; panik bundan!..
On milyonlarca insan bir anda… Aynı dakika ve aynı saniyede “öleceğini” hissetti!
Karşı konulmaz bir eziliş gibi…
Tarif olunmaz bir yırtılış gibi…
Bu ifade edilmez ve mukayesesiz güç, bir anda on milyonlarca canı “avuçlayıp” alabilirdi; almadı…
Biz ölümün rüzgarını hissettik sadece!
Acaba ölüm nasıl bir şey?..
Şükürlerdeyiz, sevinçlerdeyiz…
Ecel bizlere yeni bir fırsat tanıdığı için.
Sevincimiz ve şükrümüz bize tanınmış olan “yeni bir fırsat” için değil mi?
Ama öyle olmalı.
Aynı fikirde miyiz?..
Yaşamadım, bilmiyorum ama bir yerlerde okumuştum;
Aynı koğuşta yatan, aynı kaptan yemek yiyen, aynı mataradan su içen iki can ciğer askerden biri, sıcak çatışmada vurulduğunda, kalanın “ilk an tepkisi” sevinmek olurmuş…
Kurşun kendisini seçmediği için…
Tabii ki ardından hissettiğiyse derin bir acı…
Fakat bütün askerler biliyor; “bu” kurşun bizi seçmedi diye sallana sallana ortalarda dolaşılmaz… Çünkü bu kurşun “son kurşun” değildi!..
Anlatmaya çalıştığımı zannedenler yanılıyor şu anda… Kendi bilmediğimi nasıl anlatayım ki?..
Ben, “anlamaya çalışıyorum” sadece.
Yazarak düşünüyorum, düşünerek-düşünürken yazıyorum.
Hayattayken karşılaşacağımız “en büyük bilinmezle” burun buruna geldik, Salı sabahı…
Onu hissettik…
İçimizde “hapis” tuttuğumuz tekbirler, salevatlar, kelime-i şehadetler yaydan boşanır gibi fırladı karanlığa!..
Hayattayken karşılaşabileceğimiz “en büyük bilinmezle” burun buruna geldik. Uyanmaya bile vakit bulamadan.
Duyduk onu, kokladık…
Ona “dokunanları”, onu “görenleri” gördük… Biz dokunmadık ama, görmedik.
Hayattayken karşılaşabileceğimiz “en büyük bilinmez” ile burun buruna geldik gecenin karanlığında, sabahın köründe…
Yanımızda, canımız-ciğerimiz vardı…
Yanımızda eşimiz-kardeşimiz vardı…
Yanımızda sevdiklerimiz vardı;
Artık yok!
Kurşun onları seçti!
Bu “sevincin” ardında derin bir üzüntü var ve olmalı da; kayıplarımız için…
Bu kederin ardında da büyük bir “sevinç” var; bize verilen fırsat için…
Büyük bir fırsattır elimizdeki.
Hayatımızı gözden geçirebilmemiz için… Olmamız gereken insan olabilmemiz için…
Ve “uğurladıklarımız” için.
Kalanlar; gidenler için de şans bilmeli kendini…
Çünkü onların bizden “bekledikleri” var!
Şu an bu yazıda buluşanların tamamı ölmemiş olanlar… Kurşun tarafından seçilmemiş olanlar.
Şu an bu yazıyı okuyanlar; “şanslı” olanlar…
Depremde vefat edenler için…
Yaralananlar için…
Ve kendileri için.
Bu fırsat bize verildi… Bir şansa daha sahip olduk…
Üzülmeli miyiz?
Elbette…
Sevinmeli miyiz?
Elbette.
Ama dövünmelerin faydası yok.
Fayda başka şeylerde…
Galiba en mühim soruyu sorup duruyorum kendime:
Kurşun, “tercih etmediklerini” acaba neden bıraktı?
Kalanlar, acaba ne yapsınlar diye kaldı?
Şu an ölmemiş olanların çoğu ile birlikte aynı düşüncelerdeyiz.
On milyonlarca insan bir anda, aynı dakika ve aynı saniyede “öleceğini” hissetti…
Karşı konulmaz bir eziliş, tarif olunmaz bir yırtılış gibi…
Bu ifade edilmez ve mukayesesiz güç, bir anda onmilyonlarca canı “avuçlayıp” alabilirdi; almadı…
Biz ölümün rüzgârını hissettik sadece!
Acaba “ölüm” nasıl bir şey?..
——————————————————-
Panik yok
İyi olanı da, iyi olmayanı da bu işte; heyecanlı milletiz…
Seviyoruz da bu huyumuzu.
Lakin bazı özel durumlarda tehlikeli olabiliyor, bu hususiyet.
Heyecan, midemizin alt ve üst duvarlarını ıslak, sıcak ve pütürlü diliyle yalamaya başladığında… İçimizde oluşan anaforlarca yutulmaya, ve hortumlarca çekilmeye başladığımızda…
Dizginlerimiz, frenlerimiz tutmamaya başlıyor.
Panik halindeki insana ne anlatılabilir ki; o henüz sükûnete kavuşmadan?..
Ama önce biz kontrol altında mıyız?
Kendi kontrolümüzü “kendi elimizde” tutmadığımızda neler oluyor, biliyorsunuz değil mi?..
Kendini kontrol etmekten aciz bir tek kişinin, önce kendi içinde ve hemen yakınında başlatmış olduğu panik dalgalarının kolayca altında kalıyoruz!..
O yüzden kendimizi mümkün olduğu kadar sakin tutmalı ve etrafımızdaki insanların heyecanını da soğutmaya çalışmalıyız… Ne kadar başarabilirsek… Olduğu kadar…
Malum; bir parça kömürü yakmanın en kolay yolu, onu yanan diğer kömürlerin arasına atmak…
Sen, çevreni soğutmamışsan… Ve onlar, kendi içlerindeki heyecanla yahut etraflarındakilerin tesiriyle ısınmışlarsa iyice… Emin ol ki çıkacak ilk panikte… Sen de… Aynen… Onlar gibi olacaksın!..
Yanan kömürlerin arasına düşmüş bir parça kömürün tutuşmama ihtimali ne kadar?..
Lütfen dikkat:
PANİK YOK…
Çünkü panik çok tehlikeli.
Derin üzüntüler veya taşkın sevinçler yaşıyor olmakla aynı değil bildiğiniz gibi, hortlayan panik…
Başka bir iç kapısı!
Ama açık kaldığındaysa uğruların daldığı kapı!
Panik (bazen bir saatte, bazen on yılda) santim santim büyüyor, derece derece ısınıyor…
Paniğin parlayabileceği ortamın “hazır hale geliyor olduğunu” da hissediyor insanlar. Hem de her zaman…
Ama hemen hemen bütün panikler veya yangınlar; panik veya yangınların “Çıkabileceği yeri soğutmadığımız için” çıkıyor.
Çıkmamış yangını veya paniği soğutmak ne kadar kolaysa, yangın veya panik başladığında söndürmek o kadar zor… Öyle değil mi?..
Stop
Muammer Erkul
21 Ağustos 1999 Cumartesi